14. Muzlu Çikolatalı Mangolu Pasta

25.8K 1.7K 4.2K
                                    




2017 – AĞUSTOS – Artvin


*



İnsanın farkında olmadan alıştığı ve yokluğunda büyük şaşkınlıklara gebe alışkanlıkları oluyormuş. Mesela ayağını asfalta basmak gibi. Hocamgillerin doğum günümde aldığı beyaz spor ayakkabılarım burada çok çabuk kirleniyor. Zaten köyde onları giymek biraz aptallık, biraz da züppelik gibi algılandığından onları temizleyip valizime kaldırdım. Eski terliklerim her işimi görüyor. Artvin'e ağlaya zırlaya döndüğüm doğru. Eve vardığımda içim biraz sakinleşmişti. Ozan'a sözüm vardı, dedem ne derse desin onu kafama takmayacaktım. Birkaç gün bunu başardım. Ne bileyim o konuşurken kulaklarımı örtüp "la la laaaa laa la" falan diyordum içimden. Döner dönmez liseme de uğradım. Öğretmenlerimin övdüğü ve parmakla gösterdiği öğrenci olmanın tadı çok başka, çok lezzetli. Belki de Bahar'ın en büyük gururu bu. Bir ikinci meziyetim yok.

Yine de bu gaz beni liseden eve kadar idare ediyor. Köye adım atınca "ta taaa" müziği eşliğinde "Al sana İstanbul!" diyorum kendime. Bir bakmışım bir inek bokuna girmiş ayağım. Kuş boklarına lafım yok, onlar bana Narin ve Aşık'ı anımsatıyor. Nasıl özledim onları, nasıl... Yavrucuklarını başkalarına verirken böyle üzüleceğimi hiç düşünmemiştim. Oysa Ozan "İstiyorsan bakarız," dediğinde düpedüz yardımımı istemişti. "Tek başıma yavrulara da zaman ayırmam mümkün değil ama eğer istersen..."

Susmuştum. Zira gelecek sene yurtta kalacaktım hem ben ne anlardım kuş bakmaktan... Ozan'a sırtımı dayasam yapamayacağım şey değildi de, sadece Bahar için bu sorumluluk çok geldi bana. Yavruları kuş sevdalılarına verdik. Ağladım. Ertesi gün unuttum onları. Hayıflanacaksam korkaklığıma hayıflanmalıydım. Neden cesur değilim ki ben? Neden ille de bir yaver arıyorum yanıma?

Artvin yolunda bu kaygılar da bana eşlik etti. Ozan uçakta fena olmayayım diye midem için bir ilaç verdi bana. Oysa beni fena yapan uçmak değil de midemde çamaşır makinesindeymiş gibi dönüp duran kaygılar. Dedem, Lale, sus pus babam, evin her şeyi annem, köydekiler, göremeyeceğim turistler, turistik olduğunun farkında olmadığım yerler, özleyeceğim kahveler, gecesine hayran olduğum teras, ara sıra mideme serin bir dere gibi akan bira, sadece Ozan'ın yanında tadı olan şaraplar, Ebru'yla sürtmeler, pazarın gürültüsü, kulağımda yer bulmuş "hocam" nidaları, Galata kulesi, Beyoğlu! Üç ay geçmesi uzun bir zaman dilimi miydi? Eve döndüğümde boğazım kupkuruydu.

Günler sıkıcı geçti. Şavşat'ta beni sosyal kılan en önemli aktivitem bütün kibrimle yaşadıklarımı, gezip tozmalarımı havalı havalı Nazlı'ya anlatmam! Ama beni bir görecektiniz, nasıl yüksekten sallayıp durdum. Bir ara, Nazlı meradan dönüp bahçenin orta yerine sıçarken ve sıcacık boku üstüme sıçrarken, ona dönüp "İstanbul'da yolun ortasına sıçsan seni keserler ha!" dedim. Sonra ona yürüsün diye "Deh" derken "İstanbul'da ineğin ne işi var, köylüsün sen!" diye bağırdım.

Aynı anda kafamın içinde Levent ve Kadir konuşmaya başladı. "Kadir oğlum," dedi Levent. "İstanbul'da insanlar sokağa sıçıyor, ineğe sıra gelmiyor ki." Sonra bana dönüp "Şaka yapmıyorum. Sen Moda, Beşiktaş, Beyoğlu üçgeninde yaşadığından bilmezsin, Bağcılar'da adamın kıçından bokunu alırlar," diyordu. Gülüşüyorlardı. Ben Nazlı'nın yanına çöküp ahır kokusuyla dolan burnumla soluyor, özlemimi ve hırsımı nereye sıvayacağımı şaşırıyordum. Ve hep de o anlarda arıyordu Ozan. Günün en güzel yanıydı o konuşmalar. Uzun uzun, hiç susmadan, ne olduğu önem arz etmeyen ve beni hep güldüren... Nazlı'nın sesini duymak istiyordu bazen, Nazlı "möö" sesi çıkarsın diye neler yapmıyordum! Fotoğraf istiyordu Ozan. Nazlı'yı, köyü, evimizi, annemi, gökyüzünü, hepsini gönderiyordum. Çekmeyi beceremediğim, net olmayan ya da ışığı kesat fotoğraflarda deliye dönüyordu. Bilhassa yıldızları gösteremiyordum ona ve uzun uzun onun fotoğraf kamplarındaki anılarını dinliyordum. Aslında istatistiğe vurursak, günde iki kez konuşuyorduk onunla. İlki gündüz vakti oluyordu. Hastanede verdiği küçük molalar ya da kütüphanede sıkıldığı bir anda ansızın aramasından ibaretti bu. Birkaç dakika konuşuyorduk sadece. Havadan sudan şeyler. Ama kapatmadan önce mutlaka "Ev arkadaşımı özledim," diyordu. Derin bir nefes alıyordum. Samimi miydi bilmiyorum. Bir yanım ona koşulsuz inanıyordu. Ama diğer yanım... Ozan olsam Bahar'ı özlemezdim. Bahar'ı kim ne yapsın, diyordu. Hep böyle konuşuyordu... Ozan olmayı bilemem ama Bahar olunca çok şeyi özlüyor insan, bir sürü şeyi.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now