16: Mavi Saçlı Kuş

23.3K 1.6K 3.4K
                                    


*

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

*


ARALIK 2020 – İstanbul


*


Saate bilmem kaçıncı kez baktım. 15.14. Son bakışımda 15.12'yi görmüştüm. Aradan koca bir asır geçti sanıp sadece iki dakikanın içinde boğulmuşum. Ben bunu hep yapıyorum. Neyi mi? Zamanda boğulmayı... Ara sıra değil de sıklıkla, her zaman değil ama imkân buldukça suya giriyorum. Yüzmeyi ne ara öğrendim bilmiyorum ama onların arasında yüzerken sanki yunusların arasında yüzer gibi mutlu oluyorum. Hepsi yaşıyor, kanlı canlı, nefes alıyor ve mutlu bir Bahar var orada. Bunu fark ettiğim zaman, yaşamayı orada durdurmak istiyorum. Ölmek değil, orada kalmak. Ya da isterseniz orada öleyim. Ölmek için ne çok doğru zamanım varmış da ben bilememişim.

Her neyse geçirdiğim iki dakikada Perşembe pazarına gitti aklım. Buraya çok uzak değil. Yürüsem yarım saatte varırım. Arabayla da bir o kadar sürer. Çünkü inanılmaz bir trafikten geçerek geldim buraya. Galiba Fenerbahçe maçı var bir yerlerde, Kadıköy bu yüzden bu kadar coşkulu. Günlerden Perşembe olması tamamen tesadüf. Ya da her şey ben daha çok boğulayım diye. Kalkıp pazara yürümek geçiyor aklımdan. Ebru'yu değilse de annesini pazarda görürüm belki. "Hadi git Bahar," diyorum kendime. Gidemem. Gidemeyeceğim belli. Kimin yüzüne nasıl bakarım, kime ne der, yüzümü yerden nasıl kaldırırım; bilmiyorum. Buna hâlâ cesaretim yok.

O zaman burada ne işin var diye soruyorum kendime. Ne diye bir okul çıkışında, on beş yaşında bir çocuğun çıkışını gözlüyorsun? On altı diye düzeltiyorum kendimi. Kasımda on altısını doldurdu Oğulcan. Hediyesi yanımda, hâlâ veremedim. Oysa söz vermiştim ona. Döner dönmez yanına geleceğim demiştim. Sözümü tutamadım. Aslında tuttum sayılır. Buraya geldiğimde aylardan ekimdi. Onu gördüm ama yanına gidemedim. Kasımda bir daha hem de hediyemle geldim buraya. Ama beni buraya getiren cesaret daha son dersin zili çalmadan koşarak uzaklaştı benden. Ve şimdi... Bu üçüncü gelişim. Geleli yarım saat olmasına rağmen hâlâ kaçıp gitmedim. Bu kez kaçmayacağım diyemiyorum. Zilin çalmasına altı dakika var ve bu koşarak uzaklaşmak için yeterli bir zaman.

Merak, özlem ve korku içimde öyle çok karıştı ki, Hannu Väisänen'ın Sarı Eylül'ünü duvarda gördüğüm an yaşadığım kargaşanın bir benzeri doldu içime. Sanatçı değilim ama bir sanat eserinin ruha nasıl ayna tutabildiğini o tabloda görmüştüm. Espoo Modern Sanatlar Müzesinde gördüğüm bir şey daha vardı. The European Roller. Bizdeki adıyla Gökkuzgun.

Kuşlardan anlamadığımı herkes bilir. Benim bildiğim bir Aşık ve Narin'di. Bir de Ozan'ın sığırcık kuşlarını sevdiğini bilirim. Bana gösterdiği yüzlerce fotoğrafın içinde nedense sığırcıklar aklımda kalmış. Sığırcık dediğim de kargadan hallice bir kuş. Akılda kalacak şey değil ama bunun bir de mavi kulaklısı varmış. Allah'ın özenle yarattıklarından. İşte bu Gökkuzgun karşıma çıkınca, benim aklıma mavi kulaklı sığırcık kuşu geldi. Neredeyse aynısı. Adını öğrenene kadar da mavi kulaklı sığırcık olarak kabul ettim ben onu. Hatta sonrasında da öyle farz ettim. Geçmişe giden her yol beni mutlu ediyor, ne yapayım?

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin