10. Sinsi Bir Dostluk

19.6K 1.5K 1.5K
                                    



"Bahar," dedi Ozan olabilecek en yumuşak sesiyle. Gözlerini kızın gözlerinin en içine dikti. "Sen bana doğru bir şey söylerken hep gözümün içine bakıyorsun. Yalan söylerken de benden başka her yere. Buraya geldiğin ilk akşam... Hani içinde ne varsa döküp durduğun akşam; o zaman hep gözümün içine bakmıştın. Sabahtan beri de yüzüme bakmıyorsun. Yalan söylemek senin tabiatında yok. Bu şeyle ilgili bana söylemediğin bir şeyler var ve bu seni rahatsız ediyor. Lütfen şimdi bana doğruyu söyle."

Gözleri koşturmaktan yorulan Bahar, durup Ozan'ınkilerde dinlenmek istedi. Saatlerdir uyuyordu ama bedeni ne kadar dinlenirse dinlensin, bir yalanı taşıyan ruhu arınmıyordu. Bu yüzden yutkundu önce. Ozan'ın bir elinin uzanıp yanağını sevmesine müsaade etti. Bir kere daha örtüldü gözleri sevilirken. Keşke hep böyle kalabilseydi. Sevilmek, okşanmak, temas etmek o kadar güzeldi ve bilmediği bir şeydi ki. Tadınca bırakmak istemiyordu insan. Ozan tattırmıştı bunu da. İmkânı olsa "Daha çok sevsene," derdi. İçinden bunlar geçerken o el kendinden uzaklaştı. Gözlerini açtı Bahar. Karşıya baktı. Ozan'ın gözleri de Bahar'ınkileri izledi.

"Biliyor musun, benim en sevdiğim renk kırmızı. Yani galiba öyle... Oktay'ın en sevdiğim şeylerinden biri de kırmızı arabası."

Başını çevirip Bahar'a baktı Ozan. Biraz hayret, biraz da... Adını koyamadı bunun. İki an geldi aklına. İlki arabayı aldığı gündü; anahtarı havaya atıp tutuşu. Diğeri ise sattığı gündü; aynı anahtarı Oktay'a atışı ve Oktay'ın onu havada yakalayışı. Buruk bir tebessüm kondu yüzüne. Neyse ki Bahar kendisine bakmıyordu. Onun gözü hep aynı yerdeydi.

"Ama hayatımda hiç kırmızı bir şeyim olmadı. Olmamıştı yani. Bunu alıncaya kadar..."



*


BİR GÜN ÖNCE


*



Hayatımın en kötü gece yarısı dün geceydi diyebilirim.

Bir zamanlar eve düşen yıldırım bir gerçekti ve yol açtığı yangın birimizin canına zarar vermemiş olsa da seneler boyu içimde tüteyip durmuştu. Gökyüzünde gördüğüm her gri bulut karnımda bir sancıydı. Yüzümü ıslatan her damla ensemde duran bir eldi. O elin benim canımı acıttığını sanmayın. Öyle olsa, acı karşısında insan bedeninin iki seçeneği olur. Ya acıya dayanır ya da acı karşısında pes eder; bayılır falan. Bu kadar. Ama o elin her an canımı acıtabileceğinin tedirginliği... İşte onunla yaşamak çok zor. Abim demişti; askerde üç beş saat nöbet tutarlarmış bazı gecelerde. İbrahim hastanede yirmi dört saat nöbetlerinin olacağını söylüyor. Nöbetçi eczaneler var mesela; bir gececik açık kalıyorlar. Hepsinin bir saati, hududu, sınırı var. Benim nöbetim yaşadığım sürece bitmiyor, gökyüzü bulutlanıyor ve... O el hep ensemde, her an canım yanacak korkusuyla yaşıyorum, anlatabildim mi?

Bir de daha komik bir şey var. Karadenizli olmam. Yağmur yağacak diye korkan Karadenizli. Güldürmeyen Temel fıkraları gibi bir şey bu.

Her neyse. Gir bulut ve yağmur damlası kombinasyonundan sonra, sıra sinsi bir dostluğa geliyor. Yıldırım ve gök gürültüsü öyle sinsi bir ikili ki... Elime verseler ikisini de dünyadan siler atarım. Önce biri geliyor, onun saldırısını def edemeden diğeri beni yere seriyor. Dün gece olan buydu.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum