20. Yaşanacak Bir Şey

18.4K 1.5K 1.9K
                                    


2017,  KASIM





Bir ses duydu Ozan; kapı sesi. Kapı açılmış mıydı? Geceden beri beklenen sesti bu ve allak bullak olmuş zihin, sahibine oyunlar oynuyor olabilirdi. Kapı gerçekten açılmış mıydı yoksa istemekten çok daha yoğun olan arzu etmekle birtakım sesler üretebilir miydi insan? Sesler, görüntüler, yaşanmışlıklar...

Bilinçsizce devrildiği koltuktan, sıçrayarak kalktı adam. Ama koridora yürümedi. Önce kim olduğunu, nerede olduğunu, neden burada olduğunu ve ne yaptığını anlamayı bekledi. Bahar yoktu. Bahar gelmemişti, Bahar eve dönmemişti. Yüzlerce kez onu aramış, ulaşamamış, evden çıkmış, Melis'e gitmiş, Çiğdem'e gitmiş, karakola gitmiş ve onu bulamamıştı. Bahar bütün gece yoktu ve sabaha karşı beş sularında şu koltuğa çaresizlikle oturmuştu. Yatmamıştı, oturmuş ve Bahar'ı beklemişti. O halde şimdi neden yatarken bulmuştu kendisini? Bu ses neydi? Kapı sesi miydi? Yoksa... Yoksa Bahar eve mi dönmüştü? Seslenmek istedi kıza. Ayılmamış zihni ses çıkaramadı. Bahar bile diyemedi. Koştu koridora. Onu gördü. "Bahar..."

Evden çıkmadan önce "Olmuş mu?" dediği göz kalemini beraber düzeltmişlerdi. Kemikli bir yüze bir kalem bir de rimel sürülmüştü. Siyah yakışıyordu Bahar'a. Yüzü ruh beyazıydı ve siyah çizgiler değdiğinde klasik bir mono fotoğraf tek başına retro bir görüntü yaratıyordu. Bu yüzden kalemi olabildiğince belirgin hale getiren Ozan olmuştu. Sanki onu fotoğraflayacakmış gibi. Siyah beyazın asaletine nasıl da yakışırdı yüzü... Ama o an böyle değildi. Dağılmış, akmış, usulsüz silinmiş kalem yatakları, ince birer çizgi halinde yanaklarından çenesine uzanmıştı. Öncesi bilinmez ama sonrasında ağlamıştı kız. Saçları dağılmıştı, hem de nasıl!

Nutku tutuldu adamın. "Bahar," dedi bir daha. sesi yüksek değildi, alçak da değildi. Bahar adını ikinci kez duyana dek bakmadı Ozan'a. Çantasını yere bıraktı -oysa hiç huyu değildi, mutlaka odasına taşırdı onu- salona bakmadan, Ozan yokmuş gibi odasına doğru yürüyecekti. Ama ikinci kez duydu adını. İstemsizce bakışları Ozan'a değdi. Hemen çekecekti onları ama ciğerinde kalan son havayı da dışarı bırakınca, sönmüş bir balon gibi kaldı olduğu yerde. Dizlerinin nasıl tuttuğunu bilmiyordu. Devrilirim sandı ama ayakta duruyordu.

İlk adımı Ozan attı. "Bahar," dedi üçüncü kez. Sonra çok sevdiği ama kaybettiği, yıllarca aradığı ama bulamadığı bir şeyi ansızın karşısında görmüş gibi iki elini birden kızın yanaklarına uzattı. "Bahar," dedi dördüncü kez. "Öldüm meraktan," dedi. Sessizdi kelimeleri. Kendisiyle konuşur gibi. "İyi misin?" derken kızın bedenine, yüzüne, görebileceği her yere bakmaya çalışıyordu ve Bahar gözlerini örtüp yüzünü adamın yanaklarının arasından çekti. Hiçbir şey demeden bir adım geri attı. Ozan daha çok yaklaştı kıza. "İyi misin?" dedi bir daha. "Bak bana, bak bana, bir şeyin var mı?" Bahar bir adım daha attı geriye. Sonra bir tane daha.

"Yok bir şey," dedi belli belirsiz. Saatlerdir bunu söylüyordu kendisine. "Yok bir şey, yok bir şey, yok bir şey, yok bir şey."

Ozan onun yüzüne ya da kollarına dokundukça, adını söyledikçe, bir şeyler sordukça ayakta durması güçleşti. Sonunda "Bırak," dedi adama. Gözlerini açıkta tutmakta zorlanıyordu. Koridorun yarısını ördek adımlarıyla tüketmişlerdi.

"Öldüm meraktan," diyordu adam. "İyi misin?" onu izleyen cümle oluyordu. Aynı şeyleri soruyordu devamlı ve Bahar da aynı karşılıkları veriyordu. "Bırak Ozan."

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now