35. Ayaklarımızı Isıran Balıklar

28.8K 1.5K 1.8K
                                    










"Umudun iki güzel kızı vardır; öfke ve cesaret.

Öfke olanlara dayanabilmek; cesaret ise onları değiştirebilmek için."

Mehmet Eroğlu





*





Yabancı, bahçe kapısına yanaşıp kapıyı açmak yerine bir hamlede üzerinden atladı. Neşeli bir ıslık tuttu dili, yolun ortasında duran küçük taşı top belledi, peş peşe paslar verdi kendine, sokağın bir ucundan diğerine top koşturdu ve tam kendi evine girecekken "Hu hu!" diye bir ses duydu.

Bildiği sesi, karşı evde aradı. Efendinin panjurları açıktı. Camdan sarkmıştı adam. Elinde gazetesi ve ağzında piposu vardı. Tütünü eze eze "İyi günler," dedi Yabancıya. Yabancının dişleri güneşte parladı. "Sana da," dedi adama. Sonra ekledi. "Hava çok güzel. Evde durası gelmiyor insanın." Hep de evde duruyordu bu adam!

Başını salladı Efendi. "Belli," dedi bıyık altından gülerek. "Yerinde duramıyorsun."

Yabancı görünen köydü, kılavuza hacet yoktu. "Karnım acıktı, yanıma bir şeyler hazırlayıp Seviş Tepesine doğru yürüyeyim diyorum. Gün batarken fotoğraf da çekerim. Hem dağa bayıra buğday dökerim. Kuşlar yer. İşin gücün yoksa sen de gel istersen."

Efendi kısa bir an düşündü. Gözü güneşin batmak üzere sığındığı tepenin sırtlarına uzandı. Yol uzundu. İşten çıkmıştı, yorgundu, hem evine bunca aşıkken evinden kısa bir süre için bile olsa çıkası gelmiyordu. Yarım ağız "Olabilir," dese de gönüllüsü değildi.

Yabancı da gördü bunu. "Mızıkçılık yapacak gibisin. Yapma. Gel işte, sana da değişiklik olur. İstersen gazeteni kitabını al yanına. Ben fotoğraf çekerken sen de mis gibi kokan çimlere yayılır okursun. Vahşi orkideler, çan çiçekleri, orman gülleri... Hepsi açmış. Bir kokusu var, mutluluktan kitabını yersin.  Yemek demişken tepede Sabrı Yeten Aşk Böğürtlenleri var, hiç böylesini yemediğine eminim. Öyle çarşıda pazarda, manavda neyin bulamazsın. Dalından koparıyorsun, parmaklarını, dudaklarını boyuyor biraz ama bir yedin mi müptelası oluyorsun. Bir de Cennet Horonu Deresine ayaklarını soktun mu, sıcak mıcak işlemiyor bedenine. Nasıl ferahlıyorsun anlatamam."

"İyi konuştun hoş konuştun da..." dedi Efendi; "Ben biraz yorgunum. Evvela duşa girmem gerek, sonra güneş kremi sürmem lazım, bu güneş insanı kavurur. Kremim de bitti galiba, emin değilim. Üstelik senin hızına ayak uyduramayabilirim. Sana ayak bağı da olmak istemem. İyisi mi sen yalnız düş yola. Ama şu böğürtlenleri merak etmedim değil. Birkaç tane de benim için getirirsen makbule geçer. Ahir ömrümde değişik bir şey tatmış olurum ben de."

Yabancı başını iki yana salladı. "Demlenmeye gelmez o böğürtlenler. Hemen yiyeceksin. Yok, bekletirsen avucunda çürüyor. Yani öyle ısmarlamayla siparişle olacak şey değil. Kıymetli kıçını yerinden kaldırmadan tadına bakamazsın."

Efendi kısa bir mühlet daha düşündü. Ama Yabancı onun kadar sabırlı değildi. "Neyse," dedi avlu dibinde biten sarı çiçeklere bakarak. "Benim bir şeyler hazırlayıp yola çıkmam lazım. Güneşin batışını kaçıramam."

Eğilip sarı çiçeklerden birini dalından kopardı. Kökten yetişen diğer dallara "Özür dilerim," dedi. "Sizi eksiltmek istemezdim ama bu çiçek Bahar'ın saçlarına çok yakışacak." Kopardığı çiçeği parmaklarının arasında döndürürken "Baksana," dedi Efendi.

"Ben sana şey diyecektim. Bu deli oğlan iki gündür evden çıkmadı sanki. Sen de onun bahçesinden çıkınca... Başına bir iş mi geldi?"

"Düzkafa mı?" diyerek yeniden başını kaldırdı Ozan.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu