46. İskeçeliler Masası

22.5K 1.1K 1K
                                    







*








Mistik, bohem, sofistike. Çok sevip asla bir cümlede kullanamadığım şu üç kelime bu gecenin özeti olabilir mi? Olsun, lütfen.

Yüksek Beyoğlu partimiz sona ererken içmekten değil, mutluluktan sarhoşum, çok sarhoş. Kör kütük, zil zurna, küfelik, daha ne diyorlar sarhoşlar için? Hepsini bana söyleyebilirsiniz.

İtiraf edeyim, bir parça gergindim. Ev sahibi olmanın telaşı diyebiliriz buna. Birkaç gün sürer hazırlığım diyordum, Ozan hiçbir şeyle uğraşmamı istemediğinde bir parça şaşırdım, catering işini dışarıdan hallederiz dediğinde daha bir şaşırdım. "Saçmalama, ben evdeyim, bir şeyler hazırlarım" dediğimde, o kadar insanın hiçbir şeyiyle uğraşamayız cevabını aldım ve hayretim büyüdü. Sonuç olarak; saat sekizde ilk misafir grubumuzla beraber evin üstüne çıktığımızda beş on dakika içinde sayımız yirmi ikiydi. Son misafir de aramızdan ayrıldığında, gece toplamında evin üstünde elli bir kişiyi sayabilmiştim.

Asla ama asla bu kadar kalabalık olabileceklerini düşünmemiştim. Her gelen koluna birini takmıştı, ilk yirmide isimleri aklımda tutmaya çalıştım lakin sonra bunun faydasız olduğunu anlayıp akışına bıraktım; önemli olanların adı zamanla hafızama yerleşecektir, değil mi?

Akşamüzeri Ozan'ın anlaştığı şirketten iki kişi geldi. Önce ses sistemini kurup evin üzerini çapraz kesen bir ışıklandırma hazırladılar. Kısalı uzunlu ampuller sarkıyordu tepemizden. Ozan bu sırada evin her köşesine mumlar koymakla meşguldü. Benim kolumdan hallice mumlar. Önceki organizasyonlardan, başka başka bina sakinlerinden kalma, eski mumlar da yakıldı. Sonra evin üstünde zaten var olan masaya ek birkaç masa daha kurdular. Birinin üzerine çeşit çeşit aperatif dizildi. Birine çeşit çeşit bardaklar. İçki masasının üzeri Ozan'ın istediği şaraplarla doldu. Yanına bir de alçak buzdolabı geldi. Üstü masa oldu, içi buzhane. Onun dışında gecenin usulü her gelenin içki getirmesiymiş; bir ara masaya baktığımda, şişe koyacak yer kalmamıştı. Bildiğim, bilmediğim bir sürü markanın onlarca alkol şişesi masadan taşıyordu. Gecenin özenenleri sadece biz değildik, gelenler de gönülleri cömert insanlardı.

Süslü müydü evin üstü derseniz kesinlikle hayır derim. Süs püs yoktu. Zaruri ışık ve birkaç masadan ibaretti her şey. Eskimiş, soyulmuş yer döşemesi, oradan buradan geçen kablolar, birbiriyle alakasız sandalyeler, masalar, çeşitli boylarda mumlar, ampuller... Hizasız ve benzersiz olan her şey bir araya gelip nasıl bu kadar göze ahenkle doldular... Anlayamadım. Sonuç itibariyle evin üstüne hangi köşeden bakılırsa bakılsın, dudak ısırtan bir manzara vardı.

Kuleye bakan taraf ise herkesin ağzının suyunu akıttı. Önünde kaç kişi poz verdi, kaç fotoğraf çekildi Allah bilir.

Acaba kule kendisini fotoğraflayanlara bakıp gülümsüyor mudur? Yoksa kibirle hatta usanmışlıkla gözlerini mi deviriyordur?

Benim gözümde bir zamanlar genç kızların gönlünü yakmış, karizmatik bir jön edasıyla poz veriyor. Yaşlanmış ama yaşlanmak onun albenisini artırırken ihtişamını da büyütmüş, gözlerine tecrübe sirayet etmiş; taşları daha sağlam, kökleri daha derin, gözleri daha lütufkâr ve gülüşü İstanbul manzarasına apayrı bir mana katıyor. Kahkahası İstanbul'u şenlendiriyor, tebessümü büyüleyici. Bu yüzden dahil olduğu her fotoğraf, doğuştan güzel.

Bu yönüyle partinin ev sahibi Ozan ve Bahar'dı demek pek de mümkün değil. Asıl mülkiyet Kule'nindi.

Bir de Rafet amcanın geldiği geceden sonra başka bir farkındalıkla bakıyorum ona. Bugüne kadar onun Ozan'ın annesiyle tanışık olduğu aklıma gelmemişti. Oysa annesini, Selma'yı, babasından bile önce tanıyan varlıktı Kule. Geçen gece Ozan'a, "Kule anneni tanıyor, biliyorsun değil mi?" dediğimde durup baktı, bir süre sustuktan sonra "Evet," dedi. "Yalnız böyle düşünmemiştim."

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now