23. Tenime Dokunan Âşık

25.5K 1.4K 2.6K
                                    





*

2018 – MART, İstanbul

*



Uçana kuş deyip geçme sevgilim,
Kanadı gökte iz bırakır,
Bulutla arkadaştır belki,
Nefes alırsın içine saklanır.
Sonra ansızın yağmur bastırır,
Bir tüy gelip tenini okşar.
Üşürsün için ürperir,
Bir hatıra gelip canını yakar.

*





Melis'in kantinin ortasında bana sataştığı gün, kendimi bir taş parçası gibi hissettim. Yürürken insanların ayağına takılan, ayakkabısına girip can sıkan, her koşulda nefret edilesi bir taş. Ebru'nun ona verdiği cevaplar, yükselen sesler, birinin sözüm ona Melis'e had bildirmesi, yanan elim, Erdem'in gülen yüzü, Oktay'ın Melis'e sarılması, bir kantin dolusu insan... Hepsi öyle önemsizdi ki. Varlığı tek gerçek ve sarsıcı olan benim rezil oluşumdu. Yok olmayı daha çok dilediğim bir an var mıdır, sanmam. Kantinden Ebru'yla çıkıp revire de gitmedim. Sahile çıktık. Onun sakinleşmesi uzun sürdü. Benimse sessiz sedasız ağlayışım bitmek bilmedi. Sonunda benden sıkılan Ebru oldu.

Bir insanın başında devamlı aynı şeyleri söyleyip tepki alamazsanız siz de sıkılırsınız. O yüzden Ebru'ya kızmıyorum. Onun dik duruşlu hayatında eğri büğrü bir Bahar olmak zor. Onun beni hayatında -iyi arkadaş- kategorisinde tutması da zor. Öğleden sonraki dersine yetişmek için yanımdan ayrılırken bana "Bu olanları Ozan'a sen mi anlatırsın, yoksa ben mi anlatayım?" dedi. Ozan'a anlatılacak ne vardı oysa?

"Saçmalama artık!" diye bana bağırdı Ebru. "Kızlar çirkef olmuş sana sıçrıyor, kimin arkadaşıysa o gelsin toplasın bunları senin başından."

Böyle bağırdı Ebru. Sessizce başımı salladım. Sussun ve yok olsun istedim. Ozan'a gidip beni itip kakıyorlar, bak elimi nasıl yaktılar diyebileceğimi düşünen Ebru'nun hayatımdan çıkıp gitmesine razıyım. Çünkü iki dünya bir araya gelse Ozan'a böyle bir şey söylemem. Ebru gitti. Ben bir süre daha sahilde oturmaya devam ettim.

Israrla çalan bir korna sesiyle ardıma döndüğümde, caddede kırmızı bir Mercedes gördüm. Yalan değil, ilk düşündüğüm şey korkuydu. İnatla yerimden kalkmayınca, korna da herkese rahatsızlık verecek şekilde çalmaya başladı, ayaklandım. Melis'e sarılan Oktay'dı bu. Arabada başka kimseyi göremeyince tedirginlikle yanaştım arabaya.

"İki saattir korna çalışıyorum, niye gelmiyorsun?" dedi önce.

Yalan değil, azarlar gibiydi sesi, korktum. Cevap vermeyince devam etti. "Bin şu arabaya iki dakika konuşalım," dedi. Yalan söyledim dersim var diyerek. Çünkü binmek istemiyordum. O ya da bir başkası, onlarla ilişiği olan herkesten uzak durmak istiyordum. Bana kalırsa son derece anlaşılır bir istekti bu ama Oktay biraz daha sinirlendi.

"Gezmeye götürmüyorum seni," dedi bana. "İki dakika," dedi sonra. Sesini biraz alçaltmıştı. Bindim arabasına.

"Bir yerine bir şey oldu mu?" dedi önce. Elimin acısını o kadar önemsemiyordum ki, omuz silkmekle yetindim. Sonra "Bak," dedi bana.

"Biz Ozan'la üç günlük arkadaşlar değiliz. Senelerdir beraberiz, yazımız kışımız ayrı geçmez. Her boku beraber yaparız. Tamam çok matah insanlar değiliz ama arkadaşız." Gıkımı çıkarmadan dinledim onu. Gözlerim hep avuçlarımda durdu. Orada bir çizgiyi seçtim ve gözlerimi ondan ayırmadım.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekМесто, где живут истории. Откройте их для себя