18. Balın Zehri

22.8K 1.6K 2.9K
                                    



Kasım, 2017



*



Bahar, banyodaki aynayı duvardan çıkarıp terasın korkuluğuna yaslamış, yere oturup günün son ışıklarını Ebru'nun yüzünü boyaması için kullanmıştı. İşleri bittiğinde gökyüzü mor ve lacivertten olma, turuncudan doğma gösterişli bir bukete dönüşmüştü. Bahar önde, Ebru onun ardındaydı. Aslında Ebru kızın gür saçlarını çoktan düzleştirmişti, elinin gelişigüzel tutamları ağır ağır taraması, sadece manzara karşısında büyülenmesinden ibaretti. Saçlarıyla oynanan Bahar'ın kasım rüzgarıyla ürpermesi ise safiyane bir huzur ve heyecandandı.

Oğulcan'lı üç gün galiba İstanbul'daki en güzel günleriydi. Sabahından gecesine Ozan'la geçen nadide zamanlarıydı. Kahvaltıdan akşam yemeğine dek İstanbul'un başka başka ücralarında gezdikleri ve İstanbul'a Ozan'ın penceresinden baktıkları eşsiz zamanlardı bunlar. Galiba Ozan'ın en güzel hali -pek çoğu öyleydi ama- "abi" olandı. Bir gece vakti aklına düşmüştü Bahar'ın, sahi onun da bir abisi vardı. Dedesi üniversiteye gitmemesi için çırpınırken kendisine "Ne var da Artvin'de kalmıyorsun, senin yüzünden bunca kavga gürültü kopuyor," demişti. Unutur muydu hiç?

Ama hakkı da yenmemeliydi, bir tek güzel olan Ozan değildi, şeker gibi lokum gibi bir çocuktu Oğulcan da. Öyle çok konuşkan değildi. Ama mütemadiyen kırmızı yanaklarını göstere göstere bir gülüşü vardı ki... "Elma diye ısırırım ben senin yanaklarını ha!" demişti ona. Oğulcan yanaklarını tutup "Çok mu büyükler?" dediğinde, Ozan çocuğun iki yanağını da ısırmıştı. Riva'da kahvaltı etmişlerdi. Sahilde çekilen bir dizi vardı, Bahar orada çay içmek için tutturmuştu. Rüzgâr saçlarını dört bir yana savururken, gözlerini dizi setinden bir saniye bile ayırmamıştı. Sonra Polonezköy'den dönerken "Acarkent" tabelasını görmüşler ve "Ben burada doğdum değil mi abi?" demişti Oğulcan. Kalburüstü bir yerdi geçtikleri. Altlarındaki kırmızı Mercedes'in layık olduğu bir semt.

Evet, iki gün boyu o arabayla gezmişlerdi İstanbul'un her bir köşesini. Bir Kadıköy kalmıştı arkalarında. O da Ozan'ın hastaneye gitmek zorunda olduğu pazartesi gününe nasip olmuştu. Oğulcan'la kol kola dolaşmıştı Bahar. Kendisi de İstanbul'u çok bildiğinden değil ama bildiğince, bazen de sokaklarda kaybola kaybola çarşıdan geçip Moda'ya yürümüşlerdi. Burada dondurma yiyip bir de üstüne yağmura yakalanmışlar ve kurumak için bir pizzacıda Oğulcan'ın yanağına yanak eklemişlerdi. Bir de fotoğraf göndermişlerdi Ozan'a. Yanak yanağa pizza dilimleriyle. Çok utanıp sıkılmıştı Bahar ama ömründe bunca güldüğü başka günler olmamıştı.

Geceler de başka güzeldi. Korkuluklara yaslanıp Galata'yı seyretmişlerdi bazen. Sonra üşüyüp içeri girmişler ve Oğulcan uyuyakalana kadar Ozan'la playstation oynarken Bahar koltuğun üzerinde onları seyretmişti. Mısırları vardı. Cipsleri ve kolaları da. Bir de Snoopyli tişörtleri. Oğulcan, pek sevmişti bunu. Öyle olunca Bahar kendisininkini üzerinden çıkarıp Oğulcan'a hediye etmişti. Zira oyun oynarken Ozan'la pek güzel takım olmuştu üstleri başları. Oğulcan'ınki biraz göbeğine yapışıyordu ama olsundu. Ne çok gülmüş ve ne çok eğlenmişlerdi! Hem Bahar'dan Oğulcan'a giden bu küçük hediye Ozan'dan gelen bir çift dudak olmuş, kızın alnına konmuştu, ne gamdı Bahar'a!

Aklındaki anıyla eli alnına uzandı Bahar'ın. Rüzgâr öpmüş gibi dokundu oraya. O sırada "Manzaraya kapıldık, ojeyi unuttuk," dedi Ebru. Derin bir iç çekişle ellerine baktı Bahar. Bu gece mühimdi. Ozan'ın arkadaşlarıyla tanışacaktı, dışarı çıkacaklardı. "Oktaygiller" ile... Ozan'ın teklifini, daha doğrusu Ozan'a gelen teklifi reddedecek kadar cesur olamamıştı. Aslında cesaret gitmek miydi yoksa istemiyorum demek mi... Buna karar verememişti ama "Olur, gidelim," lafı ağzından çıkıvermişti. Pişman olmuştu sonra. Daha doğrusu her dakika fikri değişiyordu da, kendi içindeki savaşı görmezden geliyordu. Sonunda buluşma günü gelmişti ve eli mahkûm Ebru'nun kapısını çalmıştı.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now