Bölüm 24

2.5K 228 27
                                    

 Buradaydı işte. Umutsuzca buraya gelmişti. Bekliyordu. Luhan ona bekle demişti. Bekliyordu. Gelecek miydi? Bilmiyordu? O kadar çok göz yaşı dökmüştü ki, artık onlarda akmıyordu sanki. Boğazındaki yumru geçmiyordu. Tutunacak bir şeyler arasada bulamıyordu. Babasına annesine her şeyi anlatmıştı. Luhan'la evlendiklerinden ve onun gidişinden bahsetmişti. 

  Babasının ona kızıp bağırmasını hatırladı. Tepki veremeyişini. Çok yorgundu. Ama yinede gelmişti. Bir hafta olmuştu. O ise her gün buraya gelmişti. İlk günlerde burada uyuya kaldığından annesi kızıyordu. O bile Sehun'a bağırmıştı. Toparlan demişti. Sehun nasıl toparlanılır bilmiyordu. Bu acı geçmiyordu ki. Biliyordu güzel bir hayatı vardı. Ailesi arkadaşları vardı. Ama sevdiği yoktu. Eksikti. 

 Okuldakiler bile onunla uğraşmıyorlardı artık. Zaten bitmişti değil mi? Sehun bitmişti. İtseler de kaksalar da bir tepki vermiyordu. Buda onuların eğlenmesini sağlamıyordu. 

 Ne kadar çok değiştiğini düşündü. Hayatının miladı Luhan'dı. Luhan'dan önce ve Luhan'dan sonra. Sanki hiç mutlu olamamış gibiydi. Sanki Luhan giderken Sehun'un mutluluğunuda alıp gitmişti. Aslında olan tamda buydu. Yaşıyordu Sehun. Nasıl olduğunu bilmeden. Ne yediğini biliyordu ne de uyduğu uykuyu. 

 Luhan'ın evine de uğramıştı. Belki gelmiştir ama ona oyun yapıyordur diye. Yoktu. Luhan hiç bir yerde yoktu. Kyungsoo'nun tabletinden bugün evleneceği haberini okumuştu. Ağlayamamıştı bile. Sadece boğazında ki düğümle ve korkunç mide bulantısıyla mücadele etmeye çalıştı. 

  Luhan, sevdiği adam, bu kilisede birbirlerinin gözlerinin içine bakarak söz vermişlerdi. Hastalıkta sağlıkta.. 

 Ama Luhan sözünü tutmamıştı. Sehun kendi aptallığına güldü. Ona inanması tamamen saçmalıktı. Ama bir yanı onu bekliyordu ve umut ediyordu işte. Sehun'u umut bitiriyordu. 

  Luhan üzerine geçirdikleri, ona iğrenç gelen takım elbiseye baktı. Birazdan müstakbel geliniyle yemin edeceklerdi. Gözleri doldu. Parmağındaki yüzüğe baktı. Usulca öptü yüzüğünü. Sehun'u öpmek isterdi şimdi. Onun saçlarını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldayıp onun utanışını izlemek. Ama buradaydı. Kilometrelerce ötede, sevdiğinden, aşkından uzaktaydı. Gözleri doldu. Aynada tekrar kendisine baktı. Solan yüzü ve moraran gözlerine makyaj yapılmış, saçlarına saçma sapan bir şekil verilmişti. İğrençti. Tüm bunlar, kendisi iğrençti. Kendinden o kadar çok nefret ediyordu ki. O aptal moruğa karşı gelememesi kanına dokunuyordu. 

  Mihrapta gelecek olan gelini bekliyordu. Otelin lüks lobisi çok fazla kalabalıktı. Luhan çoğunu tanımıyordu. Anne ve babası vakur ifadeyle oturuyorları. Az sonra babasının kolunda İrane'yi gördü. Kıza karşı en ufak bir sevgi beslemiyordu. Kız da ona karşı herhangibir şey hissetmiyordu. Bu senaryoda o da başka bir basit kurbadı sadece. 

 Peder geline sorusunu sordu ''Sen Chen İrene, Xio Luhan'ı  ömür boyu, hayat sizi ayırıncaya kadar eşiniz olarak  kabul ediyor musun?'' Luhan bunun üzerine kafasını kaldırıp salona ardından gelinlikli güzel kıza baktı. ''Etmiyor!'' Salonda şaşkınlık nidaları yükselirken Luhan'ın babası Bay Lee ayağa fırladı. ''Luhan!'' 

 Luhan kendisine seslenen gözleri kan çanağına dönen vahşiler gibi görünen adama baktı. Ardından salona ''Sizler bu gün buraya benim en mutlu günüm için gelsenizde bu gün benim cenaze törenim. Biz bir birimizi sevmiyoruz. İkimizde başkalarına aitken yalan dolan bu evliliğe göz yuman ve seyirci kalan sizler sahteliğinizle buradan gidin. Çünkü ben zaten evliyim ve çok sevdiğim bir eşim var.'' dedi. 

  Salondaki herkesin şaşkınlığından faydalanıp arka kapıya doğru koştu. Sehun'a gidecekti. Gökkuaşğına sarılacaktı. Onsuz yaşamak istemiyordu. Tao'ya aldırdığı uçak biletini cebine soktu.

  Arabasını sürerken gazı kökledi. Arkasında babasının adamları takip ediyordu. Şimdi yakalanamazdı. Henüz erkendi. O kadar şey yapmışken o adamlara yakalanamazdı. Gökkuşağı onu bekliyordu. Kilisede yada evlerinde. 

   Babasından izin alacaktı gökkuşağının. Çalışacaktı. Her şeyi planlamıştı. Onu alıp buralardan gitse yeterliydi. Ona bakabilirdi. Sehun varsa başka kimseye ihtiyacı yoktu. Arabasının yan tarafından sıkıştıran arabalardan birinin camı açıldı. İçeriden koruma yada babasını adamlarından biri çıktı. Luhan sağ aynadan izlerken bir el ateş sesi yankılandı, boş olan yolda. Ardından ise Sehun'un güzel yüzü ve gülümsemesi Luhan'ın gözleri kararmadan önce gördüğü son siluet olmuştu.

 Sehun aniden göğsünde bir ağrı hissetti. Sanki kalbi patlayacakmış gibi baskı yapıyordu. Elini sol tarafına götürerek sıktı. Bu şekilde o korkunç ağrının geçmeyeceğini biliyordu. Ama yinede daha çok sol göğsüne bastırdı elini. Bu ağrı nefesini kesmeye yeterliydi. Ağzından ''Luhan!'' diye bir feryat koptu. Daha sonra ise Luhan'ın ona evlenme teklifi ettiği ağacın altında bilincini kaybetti. 

  

  Bay Xio Lee çok sinirliydi. Luhan ona bunu nasıl yapabilirdi. Bu bir skandaldı. Öfkesi gözlerini öyle bir bürümüştü ki, salondan koşarak kaçan oğlunun peşinden adamlarını gönderdi. ''Ne gerekiyorsa onu yapın! Oğlum olduğunu düşünmeyin!'' Tok sesiyle adamlarına emir verdi. Basit bir kuruluş yönetmiyordu. Çin'in tüm para kaynağı ondayken, o bir imparatordu. Ama bir türlü bunu Luhan'a anlatamamıştı. Luhan hep asi olsada genelde sözünden çıkamazdı. Eh bunun nedeni ise oğlunu ya bayıltasaya kadar döver yada tehdit ederdi. 

  Luhan'ın güçlenmeye başladığını biliyordu. Bordo saçlının onu baba yerine koymadığını da biliyordu. Bu eskiden onu üzerken bir süre sonra onun üzerinde tamamen hakimiyet kurmak istedi. Luhan daha da güçlenmeden onu kuklası yapmalıydı. Bunun en iyi yolunun kadınlar olacağını düşünsede oğlu tam tersi bir erkeğe aşık olmuştu. Bu Luhan'ın zararınaydı aslında. Çünkü oğlunu o çocuğa zarar vermekle tehdit edip istediğini yaptırabilirdi. Beklediği, yazdığı, kurduğu tüm düzenler ve planlar bunun üzerineydi. Luhan'ın düğünde onu rezil rüsva ederek ortadan kaybolması değildi. 

  Bedel ödeyecekti. Bay Xio Lee bunun hesabını soracaktı. Eğer şimdi yapmazsa Luhan'ın geri geleceğini biliyordu. Tabiki onun oğlu onun sonu olacaktı. Çünkü aslında Luhan tıpkı kendi gençliğine benziyordu. Karkterleri bire bir uyumluydu. O aşkına sahip çıkamamış ve onun elinden kayıp gitmesine seyirci olmuştu.  Kendiside bir kuklaya dönüşsede güçlüydü. Sanki hiç aşık olmamış gibi red etti sevgiyi. Unuttu, bir zamanlar çok sevdiği deniz gözlü güzel kızı. 

  Yirmi yaşında eline iki tane ikiz erkek bebek tutuşturulduğunda çok toydu. Babalık nedir bilmiyordu yine o güzel iki oğlunu sevmişti. Evlat başka olsada bir süre sonra yüreğinin taşlaşmaya başladığını hissetti. Mutlu değildi. İsetediği hayat bu değildi. Ama kendini kandırdı ve etrafındaki herkesi. Kırk yaşına geldiğinde o artık sevgiye inanmıyordu. 

    Tao onun yanına geldi. ''Baba bırak artık onu lütfen.'' Gözleri dolu dolu yalvardığında oğlu, sinirlerinin daha da gerildiğini hisseti. Boş salonda tokat sesi yankılandı. ''Bana ne yapacağımı söyleyebileceğini mi sanıyorsun? Seni hastalıklı velet. Siktir git buradan. İkinizi de geberteceğim!'' 

 Tao bir zamanlar hayranı olduğu babasına baktı. Umutsuz gözleri hissizdi. ''Sen en sonunda yanlız kalacaksın. Kimse yanında olmayacak. Bu kadın bile senin kuklan olan bu kadın, bizim annemiz bile seni terk edecek. '' Bunları söyledikten sonra salondan çıkmak istedi. 

  Bay Xio Lee arkasından dişlerini sıktı. Sakin olması gerekiyordu. Telefonu çaldığında cevapladı. Duyduklarıyla dondu. Sesi fısıltı halindeyken sordu telefondaki adamına. ''Ne! Onu vurdunuz mu?'' Telefonu elinden düşerken uzun zamandır olmayan bir şey olmuştu. Gözünden bir damla yaş yanaklarına doğru süzüldü.
***

TOMBİŞ SEHUNİE// HanHunWhere stories live. Discover now