dört | h a y a l

242 38 36
                                    

dört | h a y a l

Karşımda Sıla, yanımda ismini unuttuğum bir oğlan oturuyordu. Cam kenarında uzun masanın en uç köşesinde oturuyordum.

"Tuzu uzatır mısın, Temmuz?"

Elimdeki çatalı sinirli bir nefes verişten sonra sertçe tabağıma bıraktım. Kıvırcık saçlı ve gözlüklü marul kafaya düşmanca bakıp, "Sana daha yakın, kendin alsana," diye mırıldandım.

Gözlerini devirdi ve bu sefer Sıla'dan istedi. Sıla anında tuzu ona uzatıp, gözlerini ardına kadar açarak kendince uyarıcı bir bakış attı. Gözlerimi devirip çatalımı sertçe salatalığa batırdım.

Karahindiba'yı kahvaltıya gelmemek için yapacağım dilekte kullanmalıydım. Hem şimdi düşünüyorum da asla gerçekleşmeyecek bir şey dilemiştim. 

Çatalın bardağa vurulmasının kulak çınlatıcı sesini duyduğumda refleks olarak sesin geldiği yere döndüm. Canımız rehber öğretmenimiz günün anlam ve önemini anlatan uzun bir konuşma yaptı. Dağılacağımızı söylediğinde tabağımın bitmesi çok uzak, mucizevi bir olay gibiydi. Zaten hep bu yüzden zayıftım. Ne kadar aç olursam olayım, tabağımdakini asla bitiremezdim.

Sınıftaki kızlar beraber sinemaya giderken benim tek başıma bankıma doğru yürümem kötü hissettirmişti. Yalnız olmayı seviyordum, asıl kötü olan yalnız hissetmekti.

Sırt çantamın sapıyla oynayarak tüm yol boyu yürüdüm. Tramvay duraklarına yakın olduğum zamanlar kendimi yormamayı düşünsemde hayalimdeki yara bandı gecesini gerçekleştirmek için parama dokunmadım.

Sonunda bankıma ulaştığımda annemin inadına kalıcı bir şekilde yayıldım. Eğer sabah o kahvaltıya gidersem tüm günümü burada geçirmeme izin vermişti.

Kollarımı geriye atıp ayaklarımı öne doğru uzattım ve birbirinin üzerine attım.

Burası benim krallığımdı.

Belkide kendimi tam anlamıyla hissettiğim tek yer burasıydı. Sadece burada nefes aldığımı hissediyordum.

Saatlerce arada pozisyonumu değiştirerek bankta oturdum.

Geçen iki günde Kemirgen'nin hep aynı saatte yanıma oturduğunu fark etmiştim. Akrep sekizi yelkovan on ikiyi gösterdiğinde duyuyordum onun yanıma oturduğunu. Kolumdaki saati kısa aralıklarla kontrol edip kaç dakika sonra geleceğini hesap ediyordum. Son bir dakika kala duruşumu düzelttim. Saçıma ellerimle şekil vermeye çalışırken bir an ellerim havada kaldı. Salaktım ben cidden. Onu polise şikâyet etmem gerekirken ona güzel görünmeye çalışıyordum.

İç çektim ve ellerim sönmüş balon gibi aşağı indi. Yanıma oturan kişi herkes olabilirdi. Herkes. Hırsız, katil, çeşitli fantezileri olan çeşitli insanlardan biri.

Yanıma oturduğunda başımı onun tarafına çevirdim, sonra ona bakmayı kendime yasaklayıp hızla göle baktım. Derin nefesler alıyor arada açılıp kapanan dudaklarımdan düzgün bir cümle çıkması için Tanrı'ya yalvarıyordum. Nihayet derin bir nefes alıp, "Yüzünü göstermeyecek misin?" diye sordum.

"Uzun bir süre hayır."

Başımı önüme çevirdim. Sesi çok güzeldi. Hiç yukarıda ihtimallerini saydığım kişilerin seslerine benzemiyordu. Durdum ve düşündüm, hayatımda kaç kere herhangi bir katilin sesini duymuştum da böyle bir yorum yapıyordum acaba.

"Neden?"

"Çünkü ben, Kemirgen'im ve yüzümü görürsen iyi şeyler olmaz."

"Neden, çok mu çirkinsin?"

Güldü.

Yemin ediyorum, ölsem bile toprağın altındaki kalıntılarım unutmaz bu gülüşü.

"Hayır, çirkin değilim. Sadece dış görünüşümün kalbimi değiştirmediğini göstermek istiyorum. Önce kalbimi tanı, sonra yüzümü tanırsın."

İkimizde sustuk. Yine sessizdik. Tamam bir hırsız böyle konuşmazdı veya bir katil.

Kalbini tanımamı istiyordu ama hiç konuşmuyorduk. Onunla ilgili hiçbir şey bilmiyordum, o da benimle ilgili. Yani büyük bir ihtimal.

Yerimden kalktığımda o da kalktı. Yürümeye başladığımda o da tam yanımda adımlarımı takip etmeye başladı.

Benimle beraber yürüyordu. Tam yanımda. Eğer isteseydim bu zamana kadar çok kez yüzünü görebilirdim ama saygı duymak zorundaymışım gibi hissediyordum. Üstelik oyunu o başlatmıştı ve oyunbozanlık gibi bir niyetim asla yoktu.
Kalp atışlarım hızlandığında, elimi göğsüme bastırıp derin bir nefes aldım ve doğal görünmeye çalışarak bakışlarımı yere indirdim.

Kendimi doğru tanıyorsam eğer yürürken yere bakıyor olmam gerekiyordu. Adımlarımı düzgün atmaya çalışıyordum, yamuk mu basıyordum acaba?

Sonunda eve vardığımızda ona döndüm. Başını eğmişti, yüzü gölgede kalıyordu. Saçları önüne düştüğünde gülümsedim, siyah saçlı Kemirgen.

Elimi saçlarıma götürüp gözümün önünde çektim ve "Ayrılma vakti," diye mırıldandım isteksizce.

"Yarın görüşürüz."

"Yarın görüşürüz."

Arkamı döndüm ve derin bir nefes alıp binaya girdim. Merdivenleri çıkarken aceleciydim. Zili çalıp annemin açmasını beklerken bir yandan da ayağımdaki ayakkabıları çıkartmaya çalışıyordum.

"Bu saate kadar neredeydiniz, küçük hanım?"

Başımı kaldırıp annemin yanağını öptüm ve eve girdim. Odamın kapısını ardımdan kapatmadan önce, "Bankta," diye bağırdım. Neşeliydim.

Çantamı yatağın üzerine atıp cama doğru koştum. Perdeyi işaret ve orta parmağımla kavrayıp hafifçe araladım ve hâlâ orada olup olmadığına baktım. Oradaydı!

Odamın pat diye kapısının açılmasıyla aceleyle perdeyi kapatıp anneme döndüm. "Neye bakıyorsun?" diyen annem, itirazlarımı ve onu durdurmaya dair olan tüm çabalarımı halı altına süpürmüş ve perdeyi aralamıştı.

Omuzlarım düşerken azar işitme moduna girip ellerimi önümde birleştirdim ve başımı yere eğdim.

"Kimse yok, Temmuz. Sen haplarını kullandığına emin misin?"

Annem tek kaşını kaldırmış, ellerini beline yerleştirmiş bir vaziyette şüpheci bakışlarını yüzümde dolaştırdı.

"Yine hayal görmüyorsun değil mi?"

Kaşlarımı çattım ve başımı iki yana salladım. Kalbim sıkışsa da sadece gözlerimi kaldırıp, "Sana orada bir şeyin olmadığını söylemiştim," diye mırıldandım.

"Tamam, o halde. Üstünü değiştir, masayı hazırlamama yardım et. Kahvaltıda arkadaşlarınla neler yaptığını yemekte konuşuruz. Herkes iyi haberlerini bekliyor, bilgin olsun."

Annem kapıyı ardından kapattığında cama doğru atıldım ve perdeyi sertçe çektim.

Yoktu.

Hayali biri için, Karahindiba'yı üflemiştim. Hastanın tekiydim.

Kemirgen Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin