yirmiyedi | o y u n b o z a n

163 20 24
                                    

yirmiyedi | o y u n b o z a n

Çantamın sapıyla oynayarak merdivenlerden iniyordum, Sıla özellikle arkamdan geliyordu, Kemirgen'i görmek istediğini söylemişti. Bizimle gelmesini teklif ettiğimdeyse yanımızda üçüncü kişi olmak istemediğini belirtip kibarca reddetmişti. Aslında beni mutlu eden şeyleri tamamen bana hediye ediyordu, gün boyu Kemirgen'i görecek olmamın heyecanını kana kana içmişti çünkü. Sadece onun nasıl göründüğünü merak ediyordu, bu yüzden biraz uzağımızda durmayı tercih etmişti.

Beraber binadan çıktığımızda bahçe neredeyse boştu. İlk biz çıkmıştık, tüm ders boyunca sabırsızca sallanan bacağım hakkını vermişti. Gülümsedim ve ışıldayan gözlerle bahçe kapısının önünde bana doğru yaklaşan Kemirgen'e baktım. Uzun boyluydu yan yana durunca ancak omzuna gelebiliyordum, karşılıklı olduğumuzdaysa gözlerimin hizzasında giydiği kazaktan sıyrılan köprücük kemiğini seyredebiliyordum. Gülümsedim ve elimi havaya kaldırıp el salladım. Heyecanlıydım, ona doğru koşup boynuna atlamak istiyordum ama yapmadım, sakince yürüdüm ve tam karşısında durup kazağından sıyrılan köprücük kemiğine baktım.

"Merhaba," dedi, hevesli bir ses tonuyla. Ses telleri heyecanımı hissetmiş ve gücüne yenilmişti.

"Merhaba."

Eli dirseğime gitti ve parmaklarıyla kolumu okşadı. "Eh," dedi, "Dün gece yaptığım sadece sana değil bana da cezaymış."

"Ama akıllandım," dedim şirince gülümseyip yürümeye başlarken. Elimi tuttu ve kendi cebine koydu.

"Bu güzel, bence kutlamalıyız."

Arkamı döndüm ve Sıla'ya gülümseyip göz kırptım, o da baş parmağını havaya kaldırdıktan sonra kalp işareti yaptı.

Kıkırdadım ve önüme dönüp ileriye doğru hevesle büyük bir adım attım ve ellerimizi cebinden çıkarıp çevremde bir tur döndüm.

"Dejavu yaşamak ister misin?" diye sordum geri geri yürürken, gri bulutlar hafiften çiselesemeye başlamıştı çünkü. Ani bir şekilde belimi tutup kendine çektiğinde vücudumuz birbirine çarptı ve refleks olarak ona sarılmış oldum. Kollarımı bedeninden yavaşça çekip yana kaydım. Yavaşça öksürdüğümde güldüğünü duydum.

"Sokak lambalarının olmadığı bir yerde, neden olmasın."

"Direkler," diye yakındım, yanaklarımı şişirip, gözlerimi devrirken. Bu sefer tuttuğum nefesi salmama neden olacak hareketi yapan biri vardı yanımda.

"Yine de her seferinde bir şekilde yırtıyorsun. Şanslısın."

Gülümsemeden edemedim, küçükken markette yapılan bir çekilişte bana çıkan oyuncak bebekle tüm şansımı yitirdiğimi düşünüyordum ancak Kemirgen'in şu an elimi tutması onun sadece küçük bir kırıntı olduğunu düşündürüyordu.

Alışveriş merkezine geldiğimizde etrafıma boş boş baktım. Sadece mağaza, insan, ışık ve ses vardı. Katlanılmaz.

"Geri dönüp, zamanımızı sakin bir şekilde öldürmeye ne dersin?" diye sordum, tereddütlü bir ses tonuyla. Geriye doğru bir adım atmıştım ki, beni sürüklemeye başladı.

"Yarın için sana kıyafet bulmamız lazım, oyunbozanlık yapma."

"Oyunbozan? Kim, ben mi? Şahsıma edilmiş en büyük hakaret sayıyorum bunu," dedim ve somurtup elimi kalbime götürerek yapma bir üzüntüyle mırıldandım: "Benim, naif kalbim böyle bir hakareti kabul edecek kadar güçlü değil."

Güldü ve yürüyen merdivenlere bir adım atıp, benimde hemen yanında dikilmemi sağladı. Çocukken en büyük meraklarımdan biri de, merdiven ilerlerken en sondaki tırtıklı yere ayakkabımın tabanı temas ederse, derinin parçalanıp parçalanmayacağıydı, hiçbir zaman cesaret edip de deneyemedim.

Kafamın üzerinde sarı bir ampül yandığında, merdivenin sonuna geldiğimizden tökezledim. Kemirgen anında dirseklerimden tutup, büyük rezilliği engellerken dehşet olmuş yüz ifadem ağır çekimde ona döndü.

"Sen ne dedin az önce?" dedim, filmlerde çok kullanılan kötü adamları aratmayan şekilde.

"Ne demişim?" dedi, kendine güvenmeyen bir ses tonuyla. Beni incitmekten gerçekten korkuyordu. Yüzü kireç rengine dönmüştü.

Doğruldum ve kısık gözlerimi yüzüne diktim. "Kıyafet dedin, sana alacağız falan dedin."

Anında rahatlarken tekrar baskın olan o oldu ve beni sürüklemeye devam etti.

"Evet, sana kıyafet alacağız çünkü yarın özel bir gün."

"Benim yanımda para yok!"

"Zaten olmaması gerekiyordu."

"Ben bulaşık falan yıkamam."

"Ne?"

"O restoranlarda oluyordu değil mi?"

"Temmuz," dedi ve güldü. "Sana hediye olarak alacağım."

Kaşlarımı çattım ve doğum günümü düşündüm, bildiğim kadarıyla daha sekiz gün, sekiz saat, sekiz dakika vardı. Temmuz'un gidip yerine Eylül'ün gelmesine de.

"Kıyafet almak diğer hediyelerinin yanında biraz sınırı aşmış gibi görünmüyor mu, sence de?"

Beni duymamış gibi yaptı ve kısık sesle mırıldandı: "Siyah güzel bir elbise almayı düşünüyordum aslında, ne dersin?"

"Elbise mi? Niye, operaya kot pantolonla gidilmez diye bir kural mı var?"

"Hayır, yok sadece yarın özel bir gün."

Kafam allak bullaktı, yarın özel bir gün değildi. Her şeyin çetelesini tutuyordum ve sırf Kemirgen için oluşturduğum takvimde yarın için bir gülen yüz, kalp veya çarpı işareti yoktu. Bir anda gözlerim dehşetle açıldığında en büyük ayrıntıyı unuttuğumu fark ettim.

"Yoksa doğum günün mü?"

"Hayır, değil."

Rahatlamayla uzun bir nefes üsledim dışarıya.

"Doğum günün ne zaman o zaman?"

"28 Mart."

Sustum ve beni bol ışıklı bir mağazaya soktu. Beraber rafların arasında gezinmeye başladığımızda heyecanlıydı ve onun heyecanı kalbimin üzerinde tuhaf bir ağırlığın oluşmasına neden oluyordu.

-

Kemirgen Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin