yirmidokuz | d ö r t h a r f

140 20 28
                                    

yirmidokuz | d ö r t  h a r f

Boş bulduğumuz bir yere yerleştiğimizde ikimizde suskunduk. Tramvay ilerlemeye başladığında, içerideki kalabalıktan rahatsız olmuş, yüzümü ekişitmiştim. Bir bebeğin ağlama sesini duyduğumda, önümdeki adam telefonda işlerinden yakınmakla meşguldü.

Eğer, yaşarsam, dünyanın unuttuğu bir şehre taşınmak istiyordum. Yaşam şartlarının olumsuzluğu veya gelişip gelişmemesi umurumda değildi. Umrumda olan; bastığım zemine değen ayak izlerinin azlığıydı. Bu ilk kar yağdığı zaman, pürüzsüz görünen yüzeyin, kardan yararlanmak için ayakkabı izlerinin bırakılmasına ve mucizevi görüntünün bozulmasına benzerdi.

Bana göre, insan elinin değdiği her şey, adımlarımızla kirlenen ve çamurun rengine dönen kar gibiydi. Kirleniyordu.

Bu duruma çoğu zaman sadece, yeis içinde kalmakla yetiniyordum. Hiçbir zaman sesimin insanlar tarafından duyulacağı kadar yüksek sesle konuşamamıştım.

Başım günün yorgunluğuyla, Kemirgen'in omzuna düştüğünde biraz kımıldanıp daha rahat bir pozisyon aldım. Koluna sarılırken, şimdilik bununla yetinmem gerektiğini biliyordum.

Tüm sesler, bulanıklaşıp girdapta kabolurken dünyamın kararmasına yenilmiş ve bilincimin kapanmasına müsâde etmiştim. Kokusu mayıştırıcıydı, suç benim değil; boynundan gelen yoğun kokuydu, ya da saçlarından bilmiyorum.

-

"Son durak... Son durak..."

Rahatsız edici sesi duyduğumda kaşlarımın ortasında, içine rüyalarımı sığdırabildiğim kadar derin bir yarık oluştu. Başımı Kemirgen'in omzundan kaldırdığımda yüzüme yapışan saçımı geriye doğru attım ve ellerimle yüzümü ovuşturdum.

"Geldik mi?"

Uykulu mırıldanışım, çatallı ve boğuk çıkmıştı. Gözlerimi araladığımda Kemirgen'in yüzündeki gülümsemenin üzerinde dolaştırdım bakışlarımı.

"Aslında," dedi ve elini saçıma doğru uzattı. "İki durak kadar geçtik." Saçımın dağılan kısmını düzelttiğinde gözlerim büyüdü ve pişmanlıkla yüzümü buruşturdum.

"Saat kaç peki? Yetişebilir miyiz?" Ayağa kalktım ve üzerimdeki kabanı düzeltip çıkışa doğru yürümeye başladım. Kemrigen arkamdan ilerlediğinde tramvaydan inene kadar çenesini kapalı tuttu. Artık pek insanın bulunmadığı durakta durup ona baktığımda, "Çoktan başladı," dedi.

Göğsüm pişmanlıkla burkulurken, üzerine bir çok hayal kurduğum özel günün benim yüzümden mahvolmasını sindirmeye çalıştım. Gözlerim dolarken, başımı yere eğdim.

"Neden uyandırmadın, beni. Geç kaldık, işte!"

"Çok güzel uyuyordun, izlemek istedim."

"Ama..." burnumu çektim ve akan göz yaşımı parmak ucumla tenime sürdüm. "Geceyi berbat ettim."

"Temmuz," dedi ve güler gibi bir ses çıkarıp ellerini yanaklarıma yerleştirip yüzüne bakmamı sağladı. "Berbat olan bir şey yok. Etrafına bir baksana. Sence burası özel gecemiz için yeterli değil mi?"

Geceye boyanan lacivert şehre baktım.

Her bir tuğla parçasında yeterli olmasına duyduğum inancım, tükeniyordu.

"Değil."

Elimi tuttu ve arkama çevirdi beni, o an suyu unuttuğumu fark ettim. Sırtımı döndüğüm, gölü. Benim, göz yaşlarımı akıtırken yanımda duran, suyu. İçi dışı bir olan suyu. Şeffaf.

Sahil kenarına vardığımızda, hızla taşa oturdu ve ayaklarını boşlukta sallandırdı. Bende yanına oturdum ve bekledim.

"Önemli olan opera değildi," dedi ve öptüğü avuç içim havaya bakacak şekilde dizine koydu. O gün gibi. "Önemli olan, sahnede kendi tiyatrosunu oynayanların karşısında kendi, oyunumuzu oynamaktı." Bakışlarını ellerimden kaldırdı ve gözlerime baktı. "Şimdi parıldayan gözlerindeki ışık, bizim sahne ışığımız olacaktı. Kirpiklerin, tiyatro perdesi. Kalbinin atarken çıkardığı ses ise, alkış sesi."

İşaret parmağını avuç içimde gezdirirken, dudaklarımı birbirine diken kelimelerinin gücünü, iki köprücük kemiğimin arasındaki boşluğa yerleşen yumruda hisediyordum. Karmaşık.

Soğuk bir rüzgar saçlarımı savururken, derbeder düşüncelerimin göle savrulduğunu gördüm sanki.

"Şimdi avuçiçine yazacağım yazı, aramızdaki tek satırlık engeli de kaldıracak."

İsmini öğrenecektim.

İşaret parmağını avuçiçime dayadığında, "Bir dakika," dedim zorlukla. "Şarkı?"

"Gölün sesini dinle."

İlk harfi avuçiçime yazdığında dudağımı dişledim.

İkinci harfte gözlerimin dolduğuna yemin edebilirdim.

Üçüncü harf, yumrunun mideme doğru inmesine neden oldu.

Dördüncüsü ise, vücudumdaki kesiklerin, üzerini kapladı ve onları iyileştirdi.

Bittiğinde derin bir nefes aldım. Elimi dizinden çekip ona sarıldım.

"Seni seviyorum," diye fısıldadım. Dudaklarımdaki ip, harflerin kıvrımında, eskiden derimin yüzeyinde gezen jiletle kesilmişti.

Onun elleri de belimi sardığında kurduğum cümleyi yineledim.

"Seni seviyorum," diye fısıldadım. Bunu söyleyebildiğim için Tanrı'ya şükrederken, dudaklarımdaki gülümsemeyi silmeden, "Aral," diye devam ettim.

-

Not: Bu güzel ismi bulmama yardımcı olan Ayyüce'ye ithaf olsun bu bölüm. Gülüşüyle beni desteklediğine inandığım biri. besteny

Sevgilerle;

Sueda.

Kemirgen Where stories live. Discover now