onaltı | y a ğ m u r u n s e s i

196 29 22
                                    

onaltı | y a ğ m u r u n s e s i

Şemsiyenin üzerine vuran yağmur damlaların sesiyle beraber, gürleyen gök eşlik ediyordu acınası halime. İkimizde ıslak kaldırımda oturmuştuk ve ikimizde sırılsıklamdık. Yukarıdaki teyze halimize acımış aşağı, yanımıza şemsiye getirmişti ancak ikimizden de çıt ses çıkmıyordu.

"Böyle olacağını düşünmemiştim."

Başımı ona çevirip yüzüne baktım. Tek omzumu indirip kaldırdım ve suratımı astım.

"Ne düşünmüştün, peki?"

"Daha hazır değildin hem daha iyi bir şekilde olabilirdi, bilmiyorum sana verilmesi gereken daha bir çok hediye var. "

"Hediyelerin beni mutsuz ettiğini biliyorsun."

"Seni mutsuz etmiyor sadece kendini bu hediyeleri alacak kadar değerli görmüyorsun."

"Aynada gördüğüm ilk şey sivilceydi, hem de alnımın ortasında, nasıl olur da mutsuz olmam?"

Güldü, beşinci gülüşünü izleme fırsatı bulabilmiştim. Duvarımdaki en derin çizik bu olacaktı. O kadar güzel gülüyordu ki...

"Sivilce geçici bir şey, eğer biraz daha sabretseydin bunu kendin de diyebilecektin. Şimdi bana nasıl baktığını biliyorum, kafandan geçenleri de."

Dirseklerimi dizlerime dayadım ve ona baktım. Uzun zaman sonra onu izleme fırsatı bulmuşken kaçıramazdım.

"Ne geçiyormuş?"

"Benim gibi birinin senin gibi biriyle nasıl muhatap olduğunu sorguluyorsun, sana göre ben ucube biri olmalıyım ama değilim."

"Evet, değilsin ama yine de gerçekten sadece Türkiye'de kaç milyon kız var, nedenini merak ediyorum. Yani bu adalete aykırı. Senin gibiler, senin gibilerle; benim gibiler, benim gibilerle iletişim kurmalı."

Kurduğum garip cümle sonrası, ikimizde sustuk.

"Biraz daha sabretseydin, her şey daha güzel olabilirdi."

"Eğer beni tanıyorsan ki tanıyorsun, sabırlı biri olmadığımı biliyorsundur ve ben yanıma gelmen için ağladım, yüzünü görmek için değil."

"Sen zeki bir kızsın, Temmuz."

Yeni bir sessizlik oluştuğunda, derin bir nefes aldım ve yanaklarımı dizlerime dayadım, dudaklarımı aralayıp sessizce mırıldandım: "Ben özür dilerim, aptallık ettim."

İç çekti, "Özrün kabul edildi," dedi ve ayağa kalktı. İşte yine başlıyoruz, afilli bir söz söyleyip arkasını dönecek ve gidecek. Gözlerimi devirdim, tek elimle yüzümü kapatıp başımı iki yana salladım.

Bacaklarımdan sarkan elimi sıcak bir el kavradığında irkildim ve Kemirgen'e baktım.

"Hadi..." beni ayağa kaldırırken şemsiyenin üzerimde durmasına dikkat ediyordu. "... gel bakalım, yeminimi gerçekleştirelim."

Kaşlarımı çattım ve yüzüne anlamsızca baktım, başta ne dediğini anlamasamda sonradan ona zorla ettirdiğim yemin gelmişti aklıma.

"Da- dans mı edeceğiz?"

Gülümserken ellerimizi birleştirdi, avuçlarımızın arasında şemsiyenin sapı duruyordu. Bir elini belime yerleştirdi ve bedenini azıcık bana yaklaştırdı.

"Evet, hem sen de istiyordun, yüzümü gördüğüne göre bir engel kalmadı."

Gülümsemekten yanaklarım ağrıyordu, bu çok garip bir durumdu. Karnımda ceylanlar sekerken elimi omzuna koydum.

"Müzik yok böyle olur mu ki?"

Dans etmeye başlarken, "Yağmurun sesi var ya," diye mırıldandı kısık sesle.

"Evet, tabii, yağmurun sesi."

Sadece yerimizde sallanıyorduk, başta mesafeyi korusa da çenemin titrediğini gördüğünde yakınlaştı ve iyice sardı beni.

"Ne hissediyorsun, bilmek istiyorum?"

Bakışlarımı yerdeki taşlardan yüzüne çevirdim, sanırım utangaçtım.

"Kalbim yerinden çıkacakmış gibi," dedim hevesli bir nefes vererek.

"Başka, sadece bu kadar mı?"

"Başka... Aslında farklı, yani yaşadığım bu anı sanki başka biri yaşıyor da ben uzaktan seyrediyorum."

Gözlerimi kapattım ve alnımı omzuna yaslayıp, iki kolumu da beline sardım.

"Böyle, saç diplerim uyuşuyor. Roman gibisin biliyor musun? Ama kapağı çok ağır bir roman. Kaldırıpta okumaya gücüm yetmiyor, sadece kalbini hissetmekle kalıyorum."

Kulağımı önü açık ceketinin altındaki kazağına, kalbinin hizzasına yasladım.

"Mesela şimdi kalbinin nasıl attığını duyuyorum ya, tenimde oluşan kesik izleri yok oluyor sanki. Sadece iyileşmekle kalmıyorum. Anlıyor musun beni?"

"Anlıyorum."

Bir zaman sonra sallanmayı ikimizde bırakmıştık, sadece birbirimize sarılı dikiliyorduk. Sırtımda yumruk yaptığı elindeki şemsiyeyi hiçbir yerim ıslanmayacak bir şekilde tutuyordu.

"Temmuz, üşüyorsun. Ceketimi almak ister misin?"

Başımı kaldırdım ve uykulu bir sesle, "Olur," dedim. Mayıştırıcı kokusunun yanında ağladıktan gelen uyuma isteği bastrıyordu, göz kapaklarıma. Ancak ceket omuzlarıma indiğinde günlerdir hayalini kurduğum planın gerçekleşmiş olduğunu anımsayabilmiştim.

Şemsiyeyi binanın içine koyduktan sonra, içeriden yağan yağmura baktık.

"Yarış yapmaya ne dersin?"

Özgürce onun yüzüne bakmanın tadını çıkararak, gözlerimi yüzünde gezdirdim.

"Olur," dediğimde, ceketi tamamen üzerime geçirdim.

"Üç deyince," dedi ve gülümseyerek yağan yağmura baktı.

"Bir."

Bugün onun yüzünü görmüştüm.

"İki."

Ve bugün yağmurun sesiyle dans etmiştik.

"Üç."

İkimizde aynı anda yüzümüzdeki gülümsemelerle koşmaya başladık.

Kemirgen Donde viven las historias. Descúbrelo ahora