Bölüm 28: Öfkeli Patron, Tuhaf Bir Anketör, Daha Tuhaf Bir El

31K 4.2K 1.6K
                                    

🎶 Bölüm şarkısı: Travis - Happy To Hang Around 🎶

***

"Üzgünüm, yine yazmışlar."

İpek, Karaatay Yayın Grubu'na bağlı bir gazeteyi masamın üzerine iliştirirken söylüyor bunu. Gazetenin ünlü köşe yazarlarından biri, şahsıma yönelik günlerdir devam ettirdiği linç girişimini sürdürüyordu hala. Satırlara ister istemez şöyle bir göz gezdirdim:

"Skandal ihbarlarının arkasındaki ismin Redkey olduğu artık açıktan dillendiriliyor. Hal böyle olunca, kamuoyu şu sorularının cevabını arıyor: Sayın İbrahim Karaatay'ı birtakım düzmecelerle aşağılık bir oyunun kurbanı haline getiren Deniz Doğanay ismindeki heyecanlı, yeni yetme gazeteci, bu bilgilere nasıl erişmiştir? Kendisi Redkey denen vatan haininin bir maşası mı olmuştur yoksa bizzat bu ikili bir çıkar ortaklığının içinde mi kurgulamışlardır bu orta oyununu? Önce pek sevgili Deniz Hanım, gayrimeşru skandalıyla, belden aşağı vurarak İbrahim Bey'in itibarını zedelemiş, ardından sahneye çıkan Redkey ise İbrahim Bey'i bir tuzağın içine çekerek onu adeta bir terör zanlısı durumuna getirmiştir. Buradan sevgili okurlarıma soruyorum: Ülkesine otuz yılı aşkındır şerefle hizmet eden mutaassıp bir iş adamı olan Sayın İbrahim Karaatay'a mı yoksa ne idüğü belirsiz bir siber suçlu ile onun şakşakçısı çömez bir muhabire mi itibar edeceksiniz? Cevabı, vicdanınız versin."

Gazeteyi elimden bıraktığımda Yayın Yönetmenimiz Hikmet Bey'in odaya hızlı adımlarla girdiğini fark ettim.

"Köpek herifler!" Hikmet'in sesi tüm koridoru inletiyordu. "Haftalardır saldırıyorlar. Bir Redkey'le ilişkilendirilmemiz eksikti, o da oldu. Deniz, daha ne kadar konuşacak bunlar? Sen kim Redkey kim? Bu saçmalık daha ne kadar sürecek?"

"Hikmet Bey, son iki haftada, skandal haberlerini okuyucu e-mailleriyle öğrendiğimi, Redkey'le herhangi bir bağım veya alakam olmadığını yaptığım on sekiz ayrı röportajda, başa sara sara anlattım. Yetmedi, üzerine ifade verdim. Daha ne yapabilirim?"

Hikmet sakinleşemiyordu. "Yap bir şeyler Deniz! Bul bir şeyler! Herkes kendi dalgasında, kimse düşünmüyor bu gazetede işler nasıl yürüyor, bu kanal hangi sermayeyle dönüyor? Siz yiyin, için, gezin, Hikmet düşünsün! Takmışsın parmağına yüzüğü de, oh, gel keyfim gel tabii, değil mi? Umurunda mı? Hiç..."

Hikmet Bey'e hiçbir cevap vermeyerek montumu alıp kendimi apar topar ofisten dışarı attım. Durağa kadar yürüyerek rastladığım ilk Beyoğlu otobüsüne bindim. Sinirden hala tüm vücudum titriyordu. Her şey bitmiş, sıra parmağımdaki yüzüğe kadar gelmişti, öyle mi? Çünkü iş hayatımızda problemler yaşıyorsak bunun sebebi özel hayatımızdaki çalkantılardır, öyle mi? Patron gözünden öyle tabi!

Sinir harbi yaşıyordum. Düne kadar yerlere, göklere sığdıramazdı beni sevgili Hikmet Bey ama şimdi fırsatını bulsa boğazıma yapışıp oracıkta canımı alıverecek gibi bakıyordu bana. Dün boynuna davul takıp tokmağını vura vura oynayan adam, bugün davulu başımdan geçirip elinde tuttuğu tokmağı üzerime yöneltmişti. Yahu bu nasıl bir adamdı böyle? Batan gemiyi terk eden fareyi duymuştum da, fareyi terk eden gemiyi ilk defa görüyordum. Çünkü bu sefer batan bizzat Deniz'in kendisiydi sanırım!

Otobüs Beyoğlu'na vardığında karanlık yeni yeni çökmüştü. Gökyüzünde kar havası vardı. Durakta inerek hızlıca yürümeye başladım. Ciğerlerime dolan soğuk, sinirlerimi az da olsa yatıştırıyordu. Neymiş? Hikmet'miş, Karaataylar'mış... Kusacağım. 'Takmışsın parmağına yüzüğü, oh?' Oh mu, ben mi? Yok, sakinim. Neydi? Sinirlerim yatışıyordu, evet. Düşünmekle değil, üşümekle meşguldüm. Tabii...

Kollarımı birbirine bağlayıp az buçuk yatışabilmiş sinirimle, ara sokaklardan evime doğru yürümeye başladım. O anda bir ses duydum:

"Bayan!"

Kırmızı AnahtarWhere stories live. Discover now