Bölüm 55: Bekleyişler - II

29.7K 3.2K 3.8K
                                    

***

Bölüm Sonu Şarkısı: 🎶 Mehmet Güreli - Sen ve Ben 🎶  

***

Elimde bir gazete küpürü... Bir parçası oturduğum bankın üstüne serili, bir kısmı ise elimde...

"Tuzla'daki patlamada felaketin eşiğinden dönülmüş!" yazıyor, gazetenin manşetinde. "Patlamanın yaşandığı tersanenin civarındaki kavşakta arıza yapan trafik ışıkları büyük bir felaketi önledi. Yaklaşık 8 dakika boyunca 'kırmızı' yanan ışıklar, araçların tersane bölgesine yaklaşmasını da engellemiş oldu. Patlamanın gece yaşanması ve o esnada patlama bölgesinde hiç kimsenin bulunmayışı da can kaybının önüne geçti. Geriye ise tümüyle harabeye dönerek kullanılmayacak hale gelen bir tersane kaldı..."

Gazeteyi buruşturup bankın yanındaki çöp kutusuna attım. Saate baktığımda 3 buçuk olduğunu gördüm. Gökyüzüne baktığımda kara bulutları, etrafa baktığımda tek tük insanları ve ayağımın dibine baktığımda dünkü siyah kediyi...

Değişen bir şey yoktu, yağmurun şiddetinden başka... Bugün de dün gibiydi. Öyleydi... Kalktım. Oturduğum bankın üzerine yerde bulduğum bir cam parçasıyla şöyle yazdım.

"Deniz bugün buradaydı."

Altına bir çentik attım. Ardından aynı cam parçasıyla bu kez minik bir kalp çizdim. Bu Yağız'dı. Altında hiç çentik olmayan bir kalpti onunki...

"Yağız neredeydi?" diye mırıldandım, minik kalbe bakarken. Derince bir iç çektim sonra. Montuma sıkıca büründüm. Çantamdan çıkardığım simidi ayağımın dibindeki siyah kediye verip ellerimi cebime sokarak taşlık yoldan aşağı yürümeye başladım.

Bu, notunda "eğer o yarım saat içinde gelmezsem, hiç gelemeyeceğim demektir..." yazan o adamı, Yağız'ı, aynı yerde ve aynı saatte beklemeye devam ettiğim ikinci gündü.

***

Bir hafta içinde taşınmam gerek. Öyle söylüyor Ender Bey. Şaibeli insanların evinde oturmasını istemiyormuş. Ne yapalım yani? Biz şaibeli insanları tutup assınlar mı?

"Bir şey söylesene..." dedim, ayağımın dibinde öylece oturan siyah kediye. "Sen kötü şans getirdiğin için istenmiyorsun. Bense şaibeli olduğum için... Sence rastlaşmamız tesadüf mü?"

Cebimden çıkardığım krakerleri koydum önüne. "Peki... Yağız neden gelmiyor sence?" Gözlerim dolmuştu. "Başına bir şey gelseydi haberim olurdu, keza yakalansaydı da öyle... O zaman neden gelmiyor? Ne olmuş olabilir? Hey... Kedi... Krakerlerini yiyince fikrini söyle... Olur mu?"

Bir müddet sonra krakerleri bitirip başını yukarı kaldırdı kedi. "Sana, patlamanın ertesi günü 3'te burada ol ve yarım saat bekle, demiş. Gelmezsem bir daha gelmeyeceğim demektir, demiş. Ertesi gün de gel bekle, ondan sonraki gün de gel bekle, dememiş. Neden hala inatla bekliyorsun?" der gibi esnedi önce siyah kedi. 

Ardından ise "her gün buraya gelip yarım saat oturup gidersen ne kadar dikkat çekeceğinden haberin var mı? Peşindeki polislere kendini açık etmek mi istiyorsun, aptal!" der gibi tüylerini teker teker yaladı.

"Sana derdini açanda kabahat!" dedim bense, oturduğum yerden kalkıp taşlık yola koyulurken.

Banka attığım ikinci çeltiğin günüydü bugün. Ve gelmeyen bir Yağız'dan daha kötüsü varsa o da hiç gitmeyen bu kara kediydi...

***

"Ne sandın?" diye bağırdım, oturduğum bankta dizlerimi karnıma çekerek. "Burada yarım saat bekleyeceğim. Sonra sen gelmeyeceksin. Ve ben de evime geri dönüp hayatıma hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğim... Bu mu?" Sesim ağlamaklı olmuştu. "Ki... O bile mümkün değil artık pek sevgili Yağız yabancısı... Haberin var mı bilmiyorum ama ev sahibim evinden çıkmamı istedi. Bugün nakliyeciler ve spotçularla bile görüştüm. Yani... Hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edeceğim bir evim bile yok artık..."

Kırmızı AnahtarWhere stories live. Discover now