Bölüm 38: Yeni Bir Yıl Eski Bir Yara

39.4K 4.5K 4.2K
                                    

"Burası neresi?" dedim, şaşkın bir ifadeyle.

Yaklaşık yarım saatlik yolun ardından, boğazı tepeden gören yüksekçe bir noktada durmuştuk. Hemen karşımızda, bahçesi çitlerle örülü korunaklı bir ev vardı. Yağız, evin bahçe kapısını elinde tuttuğu bir cihazla açtıktan sonra konuştu:

"Yeni evin..." Yüzünde bıyık altı bir gülümseme vardı. "Sen az önce evinin anahtarlarını kaybetmedin mi? Kaybettin. Yani, bilirsin çok param var. Ben de sana yeni bir anahtar değil yeni bir ev aldım."

Benimle dalga mı geçiyordu? Bu da ne demekti? Ben anlamsız gözlerle Yağız'ın yüzüne bakmaya devam ederken o ise avcuma evin anahtarlarını koydu. Ve karla kaplı bahçe patikasından geçerek iki katlı evin giriş kapısına doğru yürümeye başladık. Kapının önüne vardığımızda Yağız bir cihaza uzunca bir şifre girip bir adım geri çekilerek yolu bana bıraktı.

"Açsana kapıyı" dedi, biraz önce elime tutuşturduğu anahtarları işaret ederek.

Kapıyı açtığımda karşıma büyükçe bir salon çıktı. Boğaz manzaralı pencereler yer yer buzlanmıştı. Evin arka cephesine bakan pencere kenarlarına yerleştirilmiş beyaz minderli koltuklar, hemen arkalarına konumlandırılmış lambaderler ve parke zeminde duran dekoratif seramikler, pastel tonlarında döşenmiş evi, bir yandan sade bir yandan da oldukça gösterişli kılıyordu. Salonun sağ köşesinde duran aynalı konsolun üzerindeki cam vazoda ise koca bir demet papatya vardı. Demeti koklayıp içeri doğru yürümeye devam ettim. Ardından sarı renkli duvar kağıtlarıyla kaplanmış salon duvarlarındaki tablolar dikkatimi çekti. Tabloların bazılarında sevdiğim Yeşilçam filmlerinin orijinal afişleri vardı. Birçoğunu daha önce pek çok kez aramış ama bulamamıştım. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.

Duvarlara göz gezdirmeye devam ettiğimde karşıma bazı çerçeveler çıktı. İçlerinde benim çeşitli yer ve zamanlarda çekilmiş fotoğraflarım vardı. Yaptığım bir haberin söyleşisinde, katıldığım bir resepsiyonda, bir ödül töreninde veya öylece oturduğum bir park köşesinde, ellerimi cebime sokup yürüdüğüm bir yolda ya da bir pencere kenarında... Tanrım, aklıma mukayyet ol.

Çerçevelerin önünden tek kelime etmeden geçtim. Boğazım düğüm düğüm olmuş, söylemek istediğim kelimeler manasını yitirmişti. Yağız, halimi anlamış olacak, omuzlarımı kavrayıp beni evin üst katına çıkan merdivenlere yöneltti.

Bu katta ise karşıma geniş bir yatak odası çıktı. Odanın ön cephesi tamamen camekanlarla kaplıydı. Dışarı bakıldığında beyaza bürünmüş İstanbul Boğaz'ı açıktan görülüyordu. Köprünün ışıkları, yoldan gelip geçen araçların sarı ve kırmızı farlarıyla bütünleştiğinden tam bir renk cümbüşü oluşmuştu. Yan tarafta yanan şöminenin turuncu alevlerinin camekana vuran aksi ise havada uçuşan kar tanelerini daha belirgin gösteriyordu.

Heyecandan titreyen diz kapaklarımı dizginleyip bakışlarımı odanın diğer köşelerine gezdirdiğimde bordo tonlarda genişçe bir yatak ve onun hemen karşısına yerleştirilmiş devasa bir kitaplık gördüm. Kitaplık, sevdiğim birçok yazarın, şairin sayısız kitabıyla doluydu. Dahası ilk basımlar, eski ciltler, plaklar, imzalı seriler ve yine papatyalar... Cam bir vazonun içine koyulmuş güzel kokulu papatyalar...

Vazonun içinden bir papatya tanesi alıp odanın içinde yürümeye devam ettim. Kollarımı bağlamış, gözaltındaki sanığını sorguya çeken dedektifler gibi yavaş adımlar ve düşünceli gözlerle odanın içinde öylece dolaşıyordum. Heyecan ve endişeyi aynı anda duyumsuyor ve tamamen hazırlıksız yakalandığım bu duygu durumu karşısında en açık tabirle çuvallıyordum.

Kendimi bilmez halde attığım adımlarım beni pencerenin yanına getirdiğinde ise cama vuran şöminenin ışığında Yağız'ın gölgesi belirmişti. Nefesi omuzlarıma değiyor, arkamda, ellerini cebine sokmuş hiçbir şey söylemeden öylece dikiliyordu. Geldiğini fark ettikten kısa bir süre sonra bedenimi yavaşça ona doğru çevirdim. O an göz göze geldik. Şöminenin ışığında hafif kirli sakalları tel tel parlıyor, gür kirpiklerinin gölgesi biçimli burnuna değiyordu. Dağınık saçları biraz uzamış, birkaç teli kulağının üzerine düşmüştü. Ve gözleri, gözleri her zamanki gibi bakıyordu yine; kahverengi ve davetkar.

Kırmızı AnahtarWhere stories live. Discover now