Bölüm 39: 'Okyanusun Kıyısında'

40.5K 4.4K 3.2K
                                    

***

🎶 Bölüm Şarkısı: Azure Ray - Across The Ocean 🎶

***

"Ne zamandır biliyorsun?" diyerek tekrar böldü sözümü. "O olduğumu... Redkey'i."

--

"Kokun..." Ayaklarımı birkaç adım geri attım. "Kokunu tanıdığım günden beri..."

Gözlerine endişeyle bakıyor, kelimelerimi çok dikkatli seçmeye çalışıyordum. "Kartal'daki o harabedeydik. Polisler gelmişti. Ben de Redkey'e beni rehin alarak zaman kazanmasını söylemiştim..."

Derince bir soluklanıp konuşmaya devam ettim. "O an hissettim. O an bir şey oldu. Redkey, beni kendine doğru çektiğinde bana bir şey oldu." Gözlerim tekrardan sulanmaya başlamıştı. "Çünkü burnuma değen kokuda sen vardın. O adam senin gibi kokuyordu."

Yağız, hiçbir şey söylemeden oldukça ciddi bir ifadeyle yüzüme bakıyor, sanki beni bakışlarıyla limelere ayırıyordu. Konuşmayı sürdürdüm:

"Önce... Önce kabullenemedim. Yanıldığımı, saçmaladığımı, seni düşünmekten, senin için endişelenmekten aklımı kaçırdığımı düşündüm. Ama sonra parçaları birleştirmeye başladım. Telefonuma yüklediğin casus GPS yazılımını öğrendim. Bu, beni her defasında elinle koymuş gibi bulmanın sebebini açıklıyordu. Her başım sıkıştığında bir anda ortaya çıkan o adamın sen olduğunu açıklıyordu. Böyle böyle kafamda yığınlarca görüntü yavaş yavaş eşleşmeye başladı. Ama üç gün önce..."

Bakışlarımı yere eğip devam ettim: "Üç gün önce, her şey bir anda kesinlik kazandı. Bi-biliyorsun, o harabeden kaçarken sırt çantanı yanına alacak fırsatın olmamıştı. Çanta, o günden beri bende duruyor. Ve ben... Be-ben üç gün önce o ça-çantayı... Aç-açtım."

Yağız'ın yüzündeki ifade ciddiyetten şaşkınlığa dönmüştü. Bense ürkek bakışlar ve çekimser bir ses tonuyla son cümlelerimi de kurdum:

"...Evinize, annenle röportaj yapmak için gittiğim gün senin odanı kurcalamıştım. Odanda çocukluk fotoğraflarını gördüm. Bir tanesini ise yanıma almıştım o gün... Bir sandalyenin üzerine oturmuş, Kurşun Asker'i okurken çekilmişsin. Fotoğrafın arkasında babana yazmış olduğun bir not vardı..."

Sesim giderek çatallaşıyordu. Fotoğrafın arkasındaki notu, Yağız'ın gözlerine bakarak ezberimden okumaya başladım:

"... 'Babacığım, büyüyünce ben de böyle asker olacağım. O zaman ailemizi ben koruyacağım. Bir de seni, dokuz milyar sekiz yüz doksan yedi milyon dokuz yüz doksan sekiz bin dokuz yüz doksan yedi tane seviyorum babacığım. Yani çok fazla...'..."

Yutkunarak konuşmayı sürdürdüm: "Devamını biliyorsun işte... Oradaki rakamlar, aynı zamanda Redkey'in sırt çantasının da şifresiydi. 9,8,9,7,9,9,8,9,9,7... Ve Merhaba Redkey!"

Yağız, ellerini cebine sokmuş, hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme bakmaya devam ediyordu. Bense konuşmamın ardından, gözümden akan bir damla yaşı parmaklarımla silerek yüzüme acı bir gülümseme kondurdum:

"Şimdi beni göndereceksin, değil mi? Sırrını öğrendiğim için her açıdan tehlike yaratıyorum. Bu yüzden cezalandıracaksın beni, değil mi?"

Yağız, bakışlarını gözlerime sabitleyerek üzerime doğru bir adım attı. Bense gözlerimi kaçırarak bir adım geri çıktım.

"...Ama... Ama şunu bil ki... İs-istemeden oldu. Yani, ta-tamam, sırt çantanı isteyerek, hatta bayağı da uğraşarak açtım ama... O gün, ba-başıma silah dayamak için beni kendine çektiğinde kokunu tanımam, o ta-tamamen istemsiz bir şeydi..."

Kırmızı AnahtarWhere stories live. Discover now