6. Elleri daima yara içindeydi, göz altları hep mordu.

3.9K 231 40
                                    

Gelen müzik sesiyle, kulağıma bağıran Luhan'ın sesi bir oluyordu; ne birini anlayabiliyordum ne de diğerini. "Ne?" dedim bir kez daha. Luhan kulağıma söylediklerini bir kez daha tekrar etti ama yine anlayamadım. "Her neyse, Oh'ların evindeki partideyim işte. Buraya gelirsin." Telefonu kapatıp cebime attım.

Amacım, hedefimi bulmaktı. Etrafıma bakındım. Kasımın soğuğunda donan bedenleri ısıtmak için, lüks evdeki tüm klimalar tam güç çalışıyordu. Bir sürü beden birbirine sürtünüyor, bir sürü beden birbirine sürtünmek için fırsat kolluyordu. Irene'in cılız bedeninin bir o tarafa bir bu tarafa giderek beni aradığını görebiliyordum ama kalbimin arzusu bambaşkaydı.

Sarı saçları bulmak için tabiri caizse gözlerim dört dönüyordu. Bulunduğum odada olmadığını anlayınca bir sonrakine geçtim. Alkol kokusu buram buram herkesin burnundaydı. Müzik sesi kulaklarımı acıtacak cinstendi. Klasik, sonunda birini yumuşak bir yatakta zevkten kıvrandırmam gereken bir partiydi.

Alt katta değildi büyüleyici adam. Irene'in çevrede olmadığına emin olunca adımlarımı sıklaştırıp üst kata çıktım. Üst kat, alt kata kıyasla biraz daha sakindi. Yalnızca yiyişen çiftler vardı ve müziğin sadece bassını duyabiliyordunuz.

Birkaç odayı geçince onu gördüm. Elindeki telefonda dünyanın en önemli işini hallediyor gibi bir hali vardı. Sırtını duvara yaslamış, tüm dünyanın yükünü güçlü omuzlarında taşıyormuşçasına başını hafifçe öne eğmişti. Boş elini sarı, ipeksi dokudaki saçlarından geçirdi. Üstünde koyu renk, kadife bir gömlekle siyah pantolon vardı. Takım elbisesinin ceketini koluna almıştı. Partiden şimdiden bıkmış gibi görünüyordu.

Şansıma, yanımdaki duvarda bir ayna vardı. Ona bakıp saçlarımı düzelttim, makyajımı kontrol ettim. Üzerimdeki yırtık siyah kota ve kotumun içine soktugum beyaz, uzun kollu tişörte baktım. Siyah kotumun kemer deliğiyle cebi arasına lacivert- beyaz bir kumaş bağlamıştım. İyi görünüyordum, her zamanki gibi. İçime derin bir nefes çekip Sehun'a doğru yürüdüm.

"Hey," dedim sade bir giriş yaparak. Kafasını kaldırıp içine binlerce değerli taş sığdırmaya aday gozlerini benimkilerle buluşturdu. Kalbimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. O çok güzeldi.

"Ah, Baekhyun." Telefonunu kapatıp cebine sokarken yüzüne, anlatmaya kelimelerin yetersiz kalacağı bir gülümseme yerleşti. "Irene her yerde çılgın gibi seni arıyordu."

Bütün oyunluğumu kullanarak sahte bir şekilde şaşırdım. "Ah, ben de onu arıyordum zaten." Yalan. Hayatım yalanla geçiyordu. "Sana denk gelmem iyi oldu aslında, bayadır görüşemedik." İmalı bir bakış attım; tabii anlayıp anlamadığını bilmek imkansızdı.

"En son şu minik arkadaşınla yemek yemiştik." Güldüm. Luhan, ona böyle denilmesinden nefret ederdi. "O da buralarda mı?"

Luhan'la yaptığımız, muzik sesinin ikimizin kelimelerini de gölgelediği ve birbirimizi anlamamızı imkansız kıldığı telefon konuşması aklıma geldi. "İnan, en ufak bir fikrim dahi yok." Ona bir adım daha yaklaştım, öyle yavaş yapmıştım ki bunu, anladığını bile sanmıyordum. "Gömleğin çok güzelmiş." Elimi gömleğinin yumuşak dokulu kumaşında gezdirirken içime çekmeye fırsat bulduğum nadir anlarda ezberlediğim kokusuyla sarhoş olmamaya çalıştım.

Yavaş hareketlerle omzuna yükselttim elini. Tepki vermemesi bir çeşit izin anlamına gelirdi, değil mi? Nefeslerim hızlanırken göz temasını bir an bile kesmedim. Kapkara bir geceye yol gösteren mutlak aydan bile parlaktı gözlerindeki bakış. Bu adam, bu gece benim olacaktı; biraz şanslıysam kalbiyle birlikte hem de.

Aniden gelen sinirli adım sesleriyle panikleyerek elimi çektim ve refleks olarak arkamı döndüm. Alev alev yanan kızıl saçlar, ben daha onları tanıyamadan gözlerimin önünden geçti ve rastgele bir odaya girdi.

Moth - ChanBaek ✔Where stories live. Discover now