34. Sıçmıştık çünkü yüreği bir kaleydoskop gibiydi.

3.5K 213 376
                                    

Kyungsoo gittiğinden beri doğum günü kutlamıyordum çünkü benim lügatımda doğum günü, 'çok sevdiğin ağabeyinle doyasıya eğlenerek geçirdiğin bir günün ardından deli gibi pasta yeyip dans etmek' olarak geçiyordu ve tahmin edebileceğiniz gibi, 'ağabey' denilen varlık olmadığı sürece, doğum günlerinde yapılması gereken bütün diğer eğlenceli şeylerin gerçekleşmesi de sıkıntıya düşüyordu. Bir travma veya eksiklik olduğunu düşünebilirsiniz, lakin değil. Sadece bir tercih. Kutlamıyordum, çünkü Kyungsoo yoktu. Şu dünyada en sevdiğim insanlardan biri yoktu.

Doğum günü kutlamalarından da, bu sebeple hiç haz almam. Her sene değişen arkadaş çevrenizi sahte bir samimiyetle, sahte uğraşlarla aldıkları hediyeleri vermeye çağırmanız; sahte heyecanlarla süslediğiniz mekanda, herkesin sahte gülücüklerle eğlenmesini izlemeniz gerekiyor. Kısacası iğrenç, basit ve gereksiz bir uygulama.

Diye düşünüyordum.

Oysa annemin bilgisayarında bulunan, Park Chanyeol hakkındaki bütün dosyaları teker teker incelerken (hayır, sapık değildim) gözüme çarpan doğum tarihi ve bana anlattığı, belki de tek içten anısının birleşmesi hiç de zor olmamıştı. Doğum günlerinden nefret eden ben, Chanyeol'ün doğum gününü kutlamak istemiştim; üstüne üstlük bunu yaparken de kendimden iğrenmemiştim. Tuhaftı, şaşırabilirsiniz.

Şimdi, tam 26 Kasım'da, saat 23.56'da, salonunda koltuğa oturmuş, parlak pembe kaplamalı hediye kutusuna bakarken pastayı unuttuğum aklıma geliyordu ama onu umursayamayacak kadar heyecanlı hissediyordum kendimi. Bu heyecan konusunu düşünme işini sonraya erteledim çünkü yapılması gereken daha önemli işlerim vardı.

Chanyeol odaya girdiğinde elinde bir havlu vardı. Saçlarını kurutmuştum, ondan aldığım karşılıksa koca bir hiç olmuştu. Havluyu kafama attı ve ben, banyoda yaşadığımız dakikaları düşünerek hala titremeye devam ederken, çirkin, her yeri Light tarafından tırmalanmış koltukta yanıma oturdu. Gözleri, gözlerimin odağındaki iğrenç pembe paketi bulduğunda tek kaşı kalktı. "Bu da ne?"

Saatimi kontrol ettim. Küvete girerken onu çıkarmayı unutmuştum, bu yüzden su geçirmiyor oluşuna dua ediyordum. En sevdiğim saatimin mahbolmasını istemezdim. "Üç dakika sonra öğreneceksin," dedim, ona gülümseyerek.

Ne olduğunu anlamış gibi kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. "Yok artık," dedi, bir bana, bir hediyeye bakarken. "Sen benim doğum günümü nereden biliyorsun?"

"Bak, sen zeki bir adamsın, bu yüzden bunu sana son kez söyleyeceğim; annem, çalıştığın okulun sahibi." Kafasını kısaca sallayıp yeniden hediyeye döndü. Aklımı mı kaçırıyordum, yoksa heyecanlı mı görünüyordu? "Sakın daha önce hiç doğum günü hediyesi almadığını söyleme bana," dedim, neredeyse yalvaran bir sesle.

"Küçükken almıştım. Ablam vermişti. Sana bahsettiğim müzik kutusunu." Saatimi kontrol ettim. Bir dakika.

Havluyu saçlarıma bastırıp ıslaklığı yok etmeye çalıştım. "Beğenmiş miydin?" diye sordum, cevabını bilmem rağmen.

Parlak gözleri bana döndü, yüzünde bir gülümseme olduğunu görmek dünyamın dönme hızının iki yüze falan katlanmasına neden olmuştu. Tanrı aşkına, Park Chanyeol'ün gamzesi vardı. Tam kuyusunun içine daha fazla düşemeyeceğimi düşünürken, kuyunun dipsiz oldugunu fark etmiş gibi hissediyordum kendimi. "Çok beğenmiştim."

Hassas biriydi o. Dışarıdan belli etmiyordu ama kırılgandı, kıskançtı ve yumuşaktı. Duvarlarını henüz geçememiş olsam dahi, minik deliklerden gerçek Chanyeol'ü görebiliyor gibi hissediyordum zaman zaman ancak biliyordum ki bu doğru değildi. Gerçek Chanyeol neredeydi, bilmiyordum ama bulabileceğim bir yerde olduğunu sanmıyordum.

Moth - ChanBaek ✔Where stories live. Discover now