43. "Cennetin nasıl bir yer olduğunu merak ederdim."

2.3K 174 231
                                    

Yaşamak ne demekti?

Yaşamak için nefes almak yeterli miydi, yoksa bir amacınız veya yanınızda sevdiğiniz biri mi olmalıydı? Bu kadar zor bir fiili tek kelimeye sığdırmak ne kadar doğruydu? İnsan, yaşamı boyunca birden çok kez ölebilir miydi? Yaşayan bir ölü olabilir miydiniz?

Peki ya ölmek ne demekti?

Sözlükte, 'ölmek' fiilinin karşısında, 'yaşamaz olmak' yazıyordu. Oysa vücudumdaki bütün fonksiyonlar hâlâ doğru şekilde çalışırken ve bir doktor tarafından 'hayatta' tanımı koyulabilecek bir hâldeyken, hiç de yaşıyor gibi hissetmiyordum. Eh, nefes aldığım doğruydu ama amacım da, sevdiğim kişi de bir uçurumdan aşağı atılmış gibi hissediyordum. Çoğu zaman yaşamıyormuş gibi hissederdim ve ölüme ilk defa o kadar yaklaşmıştım ancak hiç, metal banka çöküp yere boş boş baktığım andaki kadar ölü hissetmemiştim. Çok yorgundum, bütün kaslarım ağrıyordu, duygularım kalbimin üzerine çökmüş gibi hissediyordum, titriyordum, sol elimdeki sargı kan içindeydi. Hiçbir şeyi algılayamıyordum ama aynı anda her şey beynimi doldurup patlayacakmış gibi hissetmeme sebep oluyordu. Kusmak istiyordum; belki kusarsam içimdeki bütün karanlık, iç organlarımla beraber çıkıp giderdi de ya sonunda ruhumu bütün acılardan azad ederdim ya da gerçekten ölürdüm.

Her şey bulanıktı ve içim bomboştu. Bundan sonra ne yapmak doğru olurdu? Sözde 'yaşamaya' nasıl devam etmeliydim? Hiçbir şey bilmiyordum ve bana yol gösterecek o olmadan kaybolmuş gibiydim. Gözlerimi kapattığım anda aşağı eğdiğim başımdan akan gözyaşları, yere damlamaya başladı. Ağlamamak için kendimi nasıl sıktığımı da o an fark ettim. Her zamankinden de zavallı hissediyordum.

"Baekhyun!" Adımın bağırılmasıyla omzuma dolanan bir çift kolu hissetmem bir oldu. Tanıdık kokuyu içime çekerken gözlerimi açmadan ağlamaya devam ettim. "Hastaneden aradıklarında deliye döndüm! Tanrım, elin!" Sol elimi kaldırıp önce panik içinde biraz baktı, sonra iki elinin arasına alarak alnına bastırdı. "Seni koruyamadım. Her zamanki gibi. Özür dilerim." Onun da ağlamaya başladığını, elimdeki sargının ıslanmasından anlamıştım. Bir süre öyle kaldık; hatta neredeyse kendimi daha iyi hissedecektim.

Gözlerimi açınca bizi uzaktan izleyen Kyungsoo'yu fark ettim. Yüzündeki ifade öyle yalnız ve suçluydu ki elimi ona göstererek yanımıza gelmesini işaret ettim. Tereddütlü adımlarla yaklaştı, onun ayak seslerini duyan annemse hemen kafasını kaldırıp gelenin kim olduğunu kontrol etti. Kyungsoo'yla o, bir süre birbirlerine baktılar. Uzun geçen günler ve gecelerin ardından sevdiğin birini görmenin hüznü vardı ikisinin de yüzünde. Annem, hep beraber yaşadığımız süre boyunca Kyungsoo'yu asla benden ayırmamıştı. Onu da kendi çocuğu gibi sevmiş, babamın eski eşinden olduğu gerçeğini tamamen yok saymıştı. Aynı şekilde Kyungsoo da ona 'anne' diye seslenirdi ama zamanla aralarına giren mesafeler tabii ki herkes gibi onların da ilişkisini sarsmıştı.

Annem bana doladığı kollarından birini çekip açtı ve Kyungsoo'yu da kucaklaşmamızın içine çekti. "İkiniz de en iyisini yaptınız," diye fısılsadı yavaşça. "İkinizin de en iyisini yaptığınızı biliyorum."

Ne kadar süre öyle kaldık, bilmiyorum ama geri çekildiklerinde artık ağlamıyordum. Annem ikimizi de alnımızdan öpüp ayağa kalktı. "Size birer kahve alacağım. Sakın hareket etmeyin." Ben onun gidişini izlerken Kyungsoo yanıma oturdu. Sanırım ne diyeceğimizi ikimiz de bilmiyorduk çünkü derin bir sessizlik vardı. O ne düşünüyordu, bilmiyordum ama benim aklımın her köşesinde Chanyeol vardı.

O gecenin sabahı mükemmeldi. Bana getirdiği kahvaltı, sevgisinin her bir zerresini tüm vücuduma ve ruhuma hissettirmesi, burnuma, alnıma, dudaklarıma kondurduğu öpücükler... Her şeyin böyle sonlanacağını hiç hayal etmemiştim. Kim edebilirdi ki?

Moth - ChanBaek ✔Where stories live. Discover now