38. Bir sıra karşılık bir sır.

2.4K 205 158
                                    

(Bu bölümü (ne alakaysa) İstanbul dinleyerek yazdım, belki siz de dinlemek istersiniz diye medyaya bırakıyorum ama bölümle yakından uzaktan alakası yok sjsmsksl neyse size iyi okumalar)

Bir şeyleri anlatmanın içimde tutmaktan daha kolay olduğuna inanmışımdır hep. Bana göre içi dolu, kara bir kutuyu kilitleyip yüreğinize asarsanız orada büyür, büyür ve büyür; tabii büyürken de ağırlaşır. Sonunda öyle bir hâle gelir ki taşıyamaz olursunuz, canınızı yakmaya başlar, aşağı çeker sizi. Gittiğiniz her yere sürüklemek zorunda kalırsınız onu ve yorulursunuz, hem de çok yorulursunuz. Zaman zaman ölmeyi dileyecek kadar yorulursunuz.

Oysa bu sefer öyle olmamıştı. Aynı saat içinde hem Sehun'a onu aldattığımı söylemiştim hem de Kyungsoo'ya babamın geçmişte yaptığı iğrençlikleri anlatmıştım. Kyungsoo'nun inanıp inanmadığından emin olamasam da, Sehun'un yüzüme bakarken hissettiği saf nefret, gözlerinden gayet net bir şekilde okunabiliyordu ve evet, tatlı bir rehavet hissettiğim doğruydu. Eve gelir gelmez kendimi yatağa atıp içimde uzun süredir sakladığım en büyük kutuları sonunda birilerine açtırmanın da mutluluğuyla olsa gerek, hemencecik uyuyuvermiştim.

Ancak her şeyin daima toz pembesi olmayacağını sabah uyanıp krem rengi tavanıma baktığımda fark etmiştim. İçimdeki rehavet çoktan dağılmış gitmiş, geri toplayamayacağım kadar uzaklara uçmuştu ve belli ki beraberinde umudumu da götürmüştü. Ve umutsuz hayat, ölümden farksızdı.

Banyoda yüzümü yıkayıp aynada kendime bakarken de, duş alırken kenardaki jiletlere kaçamak bakışlar atarken de, üzerime temiz olan rastgele bir şeyler geçirirken de, merdivenlerden inerken de, yürürken de, düşünürken de ve en önemlisi yaşamaya çalışırken de kendimi hissedemiyordum. Yok gibiydim.

Belki de yoktum, artık bunları bilemediğim bir noktaya gelmiştim.

Kyungsoo'ya eve veya okula gelmemesini söylemiştim, evet ama gerçekten bunları yapmasını asla kastetmemiştim. Aynı sözleri abimden duysaydım şayet, söylediği hiçbir şey umurumda olmazdı; onu ölüme gitse bile takip eder, sarılır, her şeyin yoluna gireceğini söylerdim ve her şey yoluna girerdi de. Ancak sanırım Kyungsoo'yla aramızda ayrı annelerden olmanın getirdiği farklılıklar gerçekten de vardı. Belki de asla abi kardeş gibi olamamıştık, bilmiyordum. Ben onu tüm kalbimle severken belki de o beni asla benimseyememişti.

"Baekhyun, konuşmamız lazım." Annem bana seslendiğinde neredeyse içlerine düşmek üzere olduğum Nesquik tanelerinden kafamı kaldırıp tam karşıma, gözlerine baktım. Dün gece onun da bir partide olduğunu biliyordum, o yüzden eve gece yarısını biraz geçik bir saatte döndüğümde onu evde bulmayı kesinlikle beklemiyordum. Oysa orada, kanepede uzanıyordu; elinde yarısı yenmiş bir cips paketi, televizyonun karşısında uyuyakalmıştı. Sehpanın üzerinde tam yedi tane boş bira şişesi vardı. Annem, yılbaşında evde tek başınaydı ve birayla sarhoş olmaya çalışmıştı. Bu ilk duyuşta komik gelse de zaman geldikçe onun da ne kadar umutsuz olduğunu fark etmiştim; bu da dehşet seviyemi arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı.

"Tabii," dedim yavaşça. Dün gece ona söylediklerim hâlâ aklımdan çıkmıyordu. Anlık bir sinirle söylenen kelimeler, bazen hayatınız boyunca yakanızı bırakmıyorlardı.

Ağzını açtı, sonra geri kapattı, bir şeylerden vazgeçmiş gibi duruyordu. "Bugün psikiyatrist randevun var," dedi usulca. Sadece kafamı salladım. Üstelemedim.

Kâsemin yanında duran telefonum titreşince arayana baktım ve ekranda Taeyeon'un adını görünce kaşlarımı çattım ama cevap vermemeye kararlıydım. Tahminen babamın dün gece kulüpte olduğunu duymuştu ve ona haber vermediğim için bana avazı çıktığı kadar bağıracaktı. Telefonun sesini kısıp ağzıma birkaç tane daha sokuşturdum.

Moth - ChanBaek ✔Where stories live. Discover now