24. Bölüm |Başka Biri|

69.3K 2.5K 73
                                    

Keyifli okumalar dilerim. :)

****************
Doktor son derece üstün bir soğukkanlılıkla gelmiş, Çınar'ın ağzına cam bir kabın içindeki parlak gri haplardan birini atmış, ardından da su içirmişti. Çınar'ın öksürükleri kesilirken "Bu kadar soğukkanlı olmana gerek yok." diye tısladım.

Kadın siyah saçlarını geriye attı. Buz mavisi gözlerini ukala bir tavırla üzerimde gezdirdi ve "Bence artık sesinizi kesmelisiniz. Çınar'ın bu saatten sonra sizi koruyacağını sanmam." diyerek beyaz önlüğünün düzeltti. Sonra da ayaklanıp gitti. Mete'ye baktım ve "Ne sanıyor bu kendini?" diye sordum.

Mete "Boş ver gitsin." dedikten kısa bir süre sonra içeriye müdire girmişti. "Duru, burada daha fazla kalmanı istemiyorum. Eğer daha fazla kalırsan görevlilere seni dışarı atmasını söyleyeceğim."

Kaşlarımı çatıp kafamı iki yana salladım. Çınar'ın buz gibi olmuş elini sıkıca tuttum ve "Bana ihtiyacı var." dedim.

"Çınar'ın sana ihtiyacı yok Duru. Hatırlatırım ki senin yüzünden bu halde."

Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım. "Onu bu hale sokan ben değilim!" diye bağırdım. Müdire tek kaşını kaldırdı. "Öyle mi?" diye sordu buz gibi sesiyle. Kollarını önünde birleştirdi ve "Görevliler!" diye bağırdı. Pekala. Buranın yöneticisi oydu. Onun sözü geçerdi. Ben ne kadar istesem de şuan Çınar'ın yanında kalamazdım. Ama bu sadece şuan için geçerliydi. Çınar'a elbette bir şekilde yine ulaşırdım. Sadece bana eskisi gibi tepki vermemesinden endişe ediyordum.

"Kendim çıkarım. Gerek yok." diye mırıldandım ve Çınar'a son bir kez bakıp odadan çıktım. Koridorda odaya doğru koşan iri yapılı görevlilere "Kendim çıkıyorum." dedim ve hızlı adımlarla koridorun sonuna doğru ilerledim. Koridor buz gibiydi ve ben büyük bir telaşın içinde olduğum için bunu tam olarak yeni fark ediyordum. Hastaneden çıkar çıkmaz Mete ve sevgilisinin arkamda olduğunu fark ettim.

"Bekle, seni bırakayım." dedi Mete.

Tamam anlamında başımı salladım. Arabaya binip sessiz ve kısa bir yolculuğa kendimizi attık. Giriş binasına yakın bir yerde market gördüğümde "Dur." dedim. Mete bir kaç saniye sonra durduğunda "Ne oldu?" diye sordu. Arkamızdaki arabaların kornaya basmasına sebep olmuştum. Arabadan inmek için kapıyı açarken "Markete gitmeliyim. Siz gidin." dedim.

Mete "Paran var mı?" diye sordu. Ona cevap vermeden hızla indim ve markete hızlı bir giriş yaptım. Burası Açelya'da gördüğüm en büyük marketti. Paramın olmamasını umursamıyordum çünkü bir şekilde halledeceğimi düşünüyordum.

Marketin ferahlığı kısa bir süre gözlerimi kapatmama neden oldu. Ama uzun sürmedi. Meyve sebze reyonuna doğru ilerledim. Pekala. Açelya'da olduğumu bilmesem İstanbul'daki herhangi bir markette olduğumu düşünebilirdim. Bir sürü dil kullanılan markette ürünlerin adlarının yazılı olduğu kağıtlarda ilk üç dil türkçe ingilizce ve ispanyolcaydı. Açelya'nın müdiresinin türk olması burada türklerin dil konusunda pek de zorluk çekmemesine neden oluyordu.

Küçük bir masanın üzerinde duran poşet yığınından bir adet poşet aldım ve poşetin içine patates doldurmaya başladım. Gerçekten de şuan hiç de Açelya'daymışım gibi değildim ama sanırım bu en iyisiydi.

"Sıradanlıkla yine baş başasın Duru Deniz." diye mırıldandım. Patatesleri poşete koyma işlemini bitirdikten sonra "Bakın burada kim varmış?" diye bir ses duydum. Ezel'in sesiydi. Arkama döndüm. "Her seferinde karşıma çıkmandan hoşlanmıyorum." dedim taraklı bir sesle. Ben düşüncelerimi biraz olsun Çınar'dan uzaklaştırmaya çalışırken Ezel'i görüyor ve tekrar Çınar'ı hatırlıyordum. Gerçekten şaka gibiydi.

AÇELYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin