2.9

768 73 7
                                    

Beni düşürdüğünde kaldırmazsın. Ben bu yarayı kendimden bile iyi tanıyorum.*

Çok eskilerde kalmış bir masal anlatmıştın bir gün bana. Mutlu sonla biten masallar lanetlidir, çünkü masallar mutlu sonla bitmeye mahkumdur derdin. Bir masalda yaşayıp saf bir iyilikle yarışmaktansa, ruhunda çürümüş bir acı taşımak insanı daha dinç tutar derdin. İnsanı iyilik güzellik beslerse, acı öldürür, çünkü acı hepsinden daha güçlüdür. Seni büyüten sevgi, senin acını yok etmez, ama bir nefret acıdan daha üstün olabilir, acıyı ancak nefret bastırabilir derdin.

Hiç inanmadım. Çünkü yalnızca on iki yaşındaki bir çocuk mutlu sonlara inanırdı. Daha pembe duvarlar, daha büyük kalpler, daha sıcak yüzler, daha derin sular...
Ama ben hep bunların tersiyle yaşadım. İnandığım ve umut ettiğim her şeyin eksik mutluluklarıyla devam ettim hayatıma. Duvarlar hâlâ pembeydi belki ama küflü, kalpler daha büyük ama kırık, daha solgun ve ifadesiz yüzler, daha sığ sularda mücadele ederek devam ettim. Ve sen, o masmavi gökyüzünü siyahlara boyayarak en dibe sakladın. Senin dünyana küçücük ama sonsuz olduğuna inandığım mavilikle sığındım, fakat bazen ona bile izin vermedin.

Şimdi neler kaldı geriye diye bakıyorum. Benim dünyamda bana yetecek kadar ne kaldı. Senin öğrettiğin, masal kahramanları diye bildiğim acıdan, nefretten, kinden başka ne kaldı. Söylüyorum; tüm iyi şeyleri bir kenara bırakıp beni ayakta tutacağına inandığım nefret, beni daha dibe batırdı. Hissetmeyeyim diye her şeyin üzerine bastığım kin, benden bile daha kocaman, daha güçlü oldu. Kendi kendimi acı çok güçlü diye kandırdığım gecelerde ondan daha güçlü olan duygularla tanıştım. Artık sevemiyor oluşum, artık özleyemiyor oluşum, artık inanmıyor oluşum, en beteri artık hissedemiyor oluşum, ruhumda asla silinmeyecek bir mıh gibi duruyor. Asla silinmeyen bir yara izi gibi. Düştüğümde diz kapağımda beliren o iz gibi değil ama, bu bedenimde bir yerlerde devamlı sızlayan ve benimle yaşayan bir yara; ben bu yarayı kendimden bile iyi tanıyorum.

Önce dizlerimin üzerinde doğruldum, sonra zeminden destek alarak, ellerimin üzerinde yavaşça ayağa kalktım. Sızlayan yerleri duymazdan gelirken, onunla göz göze gelmeden kafamı çevirdim ve odamdaki duvarın saatine takıldı gözüm. 21:45'i gösteriyordu. Acaba orada asılı dururken, son on dakikasından haberi var mıydı, diye düşündüm bir anda. Sonra kapının hemen önünde duran anneme baktım, o bana bakmıyor halıya bakıyordu. Neden halıya baktığını tahmin ediyordum. Histerik bir şekilde gülüp yanından geçtim.

Dudağımın kenarından yavaşça süzülen sıvıyı elimin tersiyle silip bir küfür savurdum. Sanki yürümeyi yeni öğreniyormuş gibi sendelerken, banyonun kapısının önüne geldim, hemen içeri girdim ve kapıyı kapattım. Lavoboya yaklaştım, musluğun kafasındaki tokayı aldım ve tüm gücümle saçlarımı toplamaya çalıştım. Aynadaki yansımama bakmadan önce suyu açıp yüzümü yıkadım, soğuk su yara izini hep sızlatırdı. Yüzümü ekşitip kuruyan kanları temizledim. Ve geride birkaç sızı kalırken doğrulup aynaya baktım.

"Bunu atlattın."

Burnumdaki kızarıklık ve dudağımın solundaki beliren kan bana gülümserken bunu bir kez daha söyledim. Sonra istemsizce içeriden gelen konuşmaları dinledim.

"Bekir, saçmalama. Anneme gidemez, kızın okulu var. Hem dinlemedin ki, ne olmuş ne bitmiş bir sormadın."

Sesi titriyordu. Böyle zamanlarda bu hep olurdu.

"Dinleyecek bir şey mi var, her şey ortada. Kendi haline bıraktık bak ne oldu. Bütün bunlar olurken sen neredesin acaba Zeliha?"

gülüşüne yakılan bütün şiirler adına • yarı textingWhere stories live. Discover now