3.3

667 63 7
                                    

Güzel şeyler oluyordu.

Tüm yaşadıklarım bir yana, güzel şeyler oluyordu.

Kıyı, beni ait olduğum hayatın penceresindeki güzel çiçeklerin arasına saklamıştı sanki. "Senin toprağın burası, bak burası hem güneş de alıyor, ben de her gün sularım seni," diyordu bir nevi.

Üç gün üst üste Şato'ya gittik onunla, babamın ruhu duymadı, duysun istemedim. Her şeyi alsın benden, ama bana ait olan şeyleri benimle bıraksın istedim. Haberi olsa belki dışarı bile çıkamazdım fakat anonim yanımda olunca her şey mümkünmüş gibi geliyordu gözüme. Hiçbir şeyden çekinmiyordum. Hiç görmedim onu, görmeye de çalışmadım, belki buna gerek duymadım bilmiyorum ama onun yanımda olması, bana seslenmesi, elimi tutup en sevdiğim şarkılarda dans ettirmesi onu görmemden daha mühim şeylerdi ve belki daha gerçek.

İkinci gün evden çıkarken kapının eşiğinde durdurdu babam. Okula gittiğimi sanıyordu çünkü başka bir seçeneğe cesaret edemeyeceğimi düşünüyordu. Yine de içimi huzursuzlukla tırmalayan bir his vardı. Yüzümü ona dönmeden ne diyeceğini bekledim ama o da benim ona dönmemi bekledi. Sonra sadece kafamı çevirip hiç bakmak istemediğim yüzüne baktım. Aslında hiç bakmak istemediğim yüzü değil, orada olan alaycı tavrıydı. Anlaşılan dudağımdaki izle dışarı çıkmam ona oldukça komik gelmişti.

"Efendim?" dedim bir yandan hazırlanıyorken.

"Okula herhalde?" diye sordu. Yok, kaçıyorum diyemedim.

"Evet. Okula." diyebildim sadece ve yüzümü ondan çevirmedim, eserine daha dikkatli baksın, doya doya övünsün onunla diye. Çünkü malum, hayatta tek övünebileceği şey budur; hayalkırıklığı yaratmak.

Sakince kafasını sallayıp, hafifçe yan tarafa doğru döndü. Elindeki viski bardağını anlamsız bir şekilde sallayıp, "Bakıyorum da," dedi ben bakışlarımı ona çevirirken. "Artık bu halde de dışarı çıkabiliyorsun, kendinle barışmanı gururla izliyorum sevgili kızım."

Hep duyardım ama hiç yaşamazdım, kan beynime sıçradı, cümlesini. Evet, tam olarak kan beynime sıçramıştı ve size yemin ederim sadece gülmeye çalıştım, aksi takdirde o an her şeyi unutup boğazına yapışmamak için hiçbir nedenim yoktu.

"Ne mutlu," dedim. kendimle barıştığımı ve bunu da sen olmadan öğrenebileceğimi görmüşsen ne mutlu.
"Sonunda gurur duyacağın bir şey yapmışım."

Ne diyeceğini, ne yapacağını beklemeden, hızla, arkama bile bakmadan çıkıp gittim oradan. Sıktığım çenem kendini sızlayarak belli etse de onu hiçe saydım ve Kıyı'ya giden, mutluluğa giden o yolu hızlı adımlarla yürümeye devam ettim.

Üçüncü gün her şey daha olağandı. Okul çıkışından sonra bizimkilerle bahçede yürüyorken çok farklı bir konuşma geçti aramızda. Aslında belki de pek yabancılaşmadığım bir konuşmaydı ama daha sonra düşündükçe güzel hissediyordum.

"Ee şimdi nereye gideceksin?" diye sormuştu Fiko.

"Aslında Şato'ya geçeceğim buradan, başka bir işim yok."

"Orada ne işin var ki?" diye sordu bu defa Sertap.

"Hiç, eski bir arkadaşımı ziyaret edeceğim. Daha önce söz vermiştim yine bir uğrayayım."

Onlar kafalarını sallarken Kaan söze girdi bu defa.

"Son günlerde daha iyisin Alesya. Seni böyle görmek çok güzel, gerçekten. Vaktim olsa ben de gelirdim seninle ama babamın birkaç işini halledeceğim."

"Sorun değil, hem daha çok zamanımız var telafi ederiz, artık her anı değerlendiriyoruz gençler!" dedikten sonra hep beraber gülüştük.

"Alesya be, hani bir gidince bir daha kolay kolay aramıza dönmüyordun ya, sanki şimdi her şey daha farklı gibi değil mi? Sanki kötü zamanlar geçirsen bile bizimle olmaktan vazgeçmiyormuşsun gibi." dedi Aslı. Bilmem, öyle miydi? Onlarla da daha sık zaman geçiriyordum, okula da doğru düzgün devam etmeye çalışıyordum. Bunların mimarı anonim miydi, evet kesinlikle oydu.

"Evet ya," dedi bu kez Dilşah. "Belki bunu söyleyecek en son kişi benim ama, hep beraber olduğumuz zamanları çok özlemişim."

Fiko birden, "Katılıyorum," deyince hepimiz ona döndük. "Ama sadece ilk dediğine." Bu yorumu beklemediğimiz için kahkahayı basmıştık...
Mutluyduk. Mutluydum. Eksik kalan hiçbir şey yokmuş gibiydi. Kalbimdeki kırıkla, beni hâlâ gülümseten insanlar vardı. Noksan olan, yanlış olan hiçbir şey yoktu. Bu benim hayatım mıydı gerçekten? Yoksa bu birazdan uyanacakmışım hissi miydi asıl olan? Uzun süre sonra mutlu olmak insanı böyle sarhoş ediyormuş meğer.

Bu sıradan konuşma gibi görünen, aslında beni yol boyunca gülümseten dakikalardı. Herkes farkındaydı, ben bir şeylere geri dönüyordum işte. Kendi kalbime bile geri dönüyordum. Anonim, bu, duyana deli saçması gelir ama sen nasıl iki günde benim dünyamı böyle çevirebildin? Nasıl, ben imkansız gelen şeylere yürüyebiliyorum artık? Evet, aklı olana saçma gelecek bu cümleler, benim kalbimde tutunduğum tek gerçekti.

Şato'da yaklaşık yarım saat dans etmiştik onunla. Yine giderken haber vermedi ve bir papatya bıraktı kulağımın arkasına. Bazen çok susuyordu, ara ara konuşuyordu ama ne zaman gideceğini hâlâ kestiremiyordum. Söylemesi zor ama kabullenilmesi gereken bir gerçek vardı ki, dans etmeye deli gibi alışıyordum. Evet çok korkuyordum ama öte yandan bastıramadığım da bir cesaret vardı içimde. Kıyı, ben farkında olmadan bunu da aşılamıştı bana.

Üçüncü gün de böyle geçmişti. Fakat sonlara doğru biraz farklıydı.
Şato'dan çıkarken kendimi ilk defa yorgun hissediyordum. Yol boyunca kafamda daha önce hiç yaşamadığım bir ağırlıkla ilerledim ve sonunda eve kendimi zor attığımda cidden sendeliyordum. Annem beni telaşla salona götürürken, bir yandan bir şeyler söylüyordu ama hepsi sadece uğultuydu benim için. Kafamdaki ağırlık yavaşça bedenime yayılırken hatırladığım tek şey annemin telefona sarılışı oldu, daha sonrası zifiri karanlıktı.

***

gülüşüne yakılan bütün şiirler adına • yarı textingWhere stories live. Discover now