27.BÖLÜM

3.8K 314 101
                                    

Sabah halamla yaptığımız kahvaltının diğer sabahlardan herhangi bir farklılık olmadı.

Sanki dün salonda olanlar hiç yaşanmamış, ben halama laf sokmamış oda bana tokat atmamış gibi sakince çatal kaşık sesleri eşliğinde kahvaltımızı ettik. Yalnızca eğer uyanmadıysam beni uyandırmak için gelen Hatice teyzem, odamdaki duştan çıktığım esnada yanağımdaki morluğu görünce çığlık atarak ellerini dizlerine vurmaya başlamıştı.

Kahvaltıdan sonra halamın holdeki komidinin üstüne bıraktığı harçlığımı alırken halama karşı içimde bir anlayış peyda oldu. Bu eve geldiğim ilk günden itibaren halam beni bir gün olsun harçlıksız bırakmamıştı. Sonuçta istese beni şimdi dahi evinden kapı dışarı edebilirdi.

Hafta içi her sabah yaptığım gibi kaldırımda, ihtiyar durağa doğru yürüyorum ama bugün biranda titreyerek sıçradım. Ayaklarım birbirine dolandı ve sokak lambasının direğine tutunmasaydım az kala yerede düşecektim.

Ağzımın içinden fırlamaya hazır birkaç küfürle yanımda korna çalan araca dönündüm ama önce şaşırdım sonra da gülümsedim. Bu Ömer'in karavanıydı ve eliyle içeri gelmemi işaret ediyordu. Hemen ön yolcu kapısını açtım ve Ömer'in yanına oturdum:

"Günaydın." Gülümsedi:

"Günaydın. Korkuttum galiba."

"Evet. Şey özür dilerim." Dedim. Şaşırmış gibi görünüyor:

"Neden?"

"Korkunca içimden korna çalana kötü küfürler etmiştim."

"Duymak isterdim."

"Saçmalama."

"Küfür edecek birine hiç benzemiyorsun."

"O zaman sakın benimle tavlama oynama çok kötü hayal kırıklığına uğrarsın."

"İyi oynar mısın?"

"Fena sayılmaz."

"Bende tavayı çok severim. Birgün oynayalım."

"Benden nefret edersin ama." Gülüyor.

"Merak etme senden nefret edebilmem mümkün değil."

Ömer dikiz aynasından yolu kontrol ederek karavanı yürüttü.

Sabahları dördümüzün buluştuğu otobüs durağı göründü ama durmadan yanından geçtik. Ömer'e döndüm:

"Akif ve Selim'i almayacak mısın?"

Cevap vermedi. Yalnızca başıyla arkayı işaret etti. Koltuğumda tamamen yan döndüm ve ön iki koltuk arasındaki geniş boşluğa baktım. Akif ve Selim, arkada siyah renkli deri koltuğun üstünde, kafaları birbirlerine yaslanmış halde uyuyorlardı. Gülümseyerek önüme döndüm.

Okula varana kadar Akif ve Selim uyudular.

Okulda zaten yeterince gündem olduğumuz için Ömer karavanı, okuldan iki sokak öteye park etti ve geri kalan yolu da yürüyerek okula vardık.

Selçuklu lisesinin bahçe kapısında göründüğümüz anda bizi karşılayan tanıdık sessizliği hiç yadırgamadım.

Baktığım her başta gördüğüm nefret beni eskisi kadar ürkütmedi. Öğretmenlerin okula girmek için kullandığı kapının hemen yanında duran polis otosu olmasaydı, belki de bahçedeki çeşmenin yanında duran ve dişlerini sıktığı çenesinin kasılmasından belli olan kulağı küpeli çocuk, öfke çığlıkları atarak bize doğru koşacak ve peşinden tüm okul yine bize saldıracaktı.

Okul kapısına doğru yürürken polis otosu sayesinde, dün olduğu gibi bir saldırıya maruz kalabilceğimiz konusunda tedirgin değildim ama bu defada aklıma polis otosunun neden okulda olduğu takılmıştı.

İYİ, KÖTÜ VE AŞK(Kitap Olacak. Haziranda bölümler kalkıyor.)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang