54-Savaş

4.5K 492 206
                                    

Keyifli okumalar cadılarım 🪐

Keyifli okumalar cadılarım 🪐

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

54- Savaş

Teo ayağa kalkıp hızla bütün okların ve fırtınanın içinden koştu. Yankı, bembeyaz olmuş saçlarıyla ve genç, çocuksu görüntüsü ile bir meleğe benziyordu. Ve tamamen ölmek üzere gibiydi.

"Can sakın uyuma," dedim diğerlerini izlerken. Oluşturduğum duvar çok zayıftı. Yakımımıza saplanan bazı okları durdurmaya bile yetmiyordu. "Can uyuma yoksa suratına yumruk atmak zorunda kalırım."

Hafifçe hareket etti, Peri'ye baktı. "Asla uyumam." dedi ama bunu derken bile sesi uyuyor gibi çıkıyordu.

Teoman Yankı'ya ulaşınca hemen okların olduğu çantayı sırtına geçirdi ve ayakta dikilerek Yankı'ya doğru gelen bütün oklara karşı birer ok savurdu. Öyle hızlıydı ki elleri usta bir okçu gibi gidip geliyordu. Güçlü kolları yayı gerebildiği kadar geriyordu. Ona doğru gelen okların her birini ortadan ikiye bölüyordu. Tıpkı bir savaşçı gibi korkusuz ve çevikti.

"Can..." diye mırıldandım. Başım dönüyor ve üzerime ağır bir uykuluk hali biniyordu. Daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum. "Eğer ölürsem Teoman'a onu sevdiğimi söyler misin?"

Bacağımdan sıcak kan akıyordu, pantolonun yarısı ıslanmıştı bile. Bütün bedenim güç kullanmaktan bitap düşmüştü, daha fazla duvar örmeye dayanamıyordu. Altında duran yeri hissetmiyordum, havanın içinde süzülüyordum sanki.

Can başını omzumdan kaldırarak bana baktı. "Arin?" dedi merakla. "Sakın uyuyayım deme yoksa sana yumruk atmak zorunda kalırım..." Eminim yapardı, gözlerimi açık tutmaya çalıştım. "Heey, kendine gel."

Peri ve Bora, Zahra'yı koruyordu. Ellerini uzatmış, görünmez bir duvar ile onlara doğru savrulan okları geri çeviriyordu. Milyonlarca ok havada süzülüyordu, duvara çarpıp yere saplanıyordu. Zahra onların güvenli elleri arasında, ağaçların içinde saklanan avcıların dengesini kaybettirecek bir fırtına yaratmıştı. Ormanın içi kıyamet yeri gibiydi.

Yankı'nın gözleri kapalıydı, nefes bile alıyor gibi görünmüyordu. Bir eli yeşil otların üzerinden bana doğru öylece uzanmıştı. Bilinci kapalıydı, bedeni her geçen dakika daha da ölüme yaklaşıyordu. Ormanın içinde süzülen sis ile kaplanmıştı.

Arabadan yayılan alevler birkaç ağacı daha tutuşturmuştu. Gökyüzüne akıp giden kapkara bir duman, ağacın dallarından çıkıyordu. Sayısız bir ziyan, sayısız bir ölüm ile. Ve ben gittikçe buğulanan gözlerim ile o alevleri izledim. Harlı alevler çevreyi ısıtırken ışığı vurdu yüzüme. Dalların buğulanmaya başlayan görüntüsü, çatırdama sesleri duyuluyordu.

Buğulandı, buğulandı, buğulandı...

Sonrasında koca bir karanlık kapladı dünyayı.

Hep alışkın olduğum, ruhumun kenar köşelerinde birer toz tabakası gibi birikmiş karışıklığın içinde yüzdüm. Zihnimin içinde durmak bilmeyen düşüncelerle dönüp durdum. Her yanda aynı soru vardı, kimdim ben? Bir an için kahramanken bir anda korunması gereken bir kurban oluveriyordum. Neydim ben?

KÖTÜLÜK KELEBEKLERİWhere stories live. Discover now