Dördüncü Bölüm

269 75 16
                                    

Gözlerini araladığında karşısında elindeki çubukla toprağı çizen bir kız gördü.Kıyafetlerine bakınca büyük ihtimalle öğrenci olmalı diye düşündü. Kendisi gibi portallar yüzünden burada olduğunu korktuğu içinde kendini korumaya çalıştığını düşünüyordu. Sakince ayağa kalkınca kız kafasını kaldırıp kendisine bakmıştı. Bir anda eline aldığı odunla göz açıp kapayıncaya kadar ayağa kalkmıştı. Profesör tek hareketiyle tekrardan bir odun darbesi alacağı belliydi. Derin bir nefes aldı ve verdi.

"Korkma genç hanım. Sakin ol ve mümkünse elindekini yavaşça yere bırak. Kara deliklerin içinden geçip buraya geldin öyle değil mi?"

Kız kocaman açılan gözlerle Profesör'e bakıyordu.

"Sizde mi aynı şekilde buraya geldiniz?"
"Evet öyle."

Yüzünde suçluluk vardı. Elindeki odunu yere bıraktı.

"Omzunuz iyi mi? Çok sert vurdum."

"İyi, iyi. Birşeyim yok benim.Yalnız mısın? Ormanda başka kimse var mı? "

"Yalnızım galiba ama buraya gelmeden önce arkadaşlarımlaydım. Şimdi kimseyi bulamadım."

Güneş annesinin eteğinin arkasına saklanan bir çocuk gibi yavaşça kendini gösteriyordu. Ne zaman üzülseler, gülseler, darda kalsalar hep şarkı söylerlerdi. Bazen Gesi Bağları, bazen Ceviz Ağacı, bazen Islak Islak bazende Haykıracak Nefesim Kalmasa Bile. Şimdi de Gesi Bağları'nı söylüyordu. Bir yandan da daha önce bir yerlerde gördüğünü hissettiği bu adamın neden bu kadar sakin olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir an durdu ne yapıyordu ki burada? Neyi bekliyordu? En kısa zamanda geri dönmenin bir yolunu bulmalıydı bulmasına ama nasıl bulacaktı nerede olduğunu bile bilmiyordu daha. İçine bir kurt düşmüştü ya geri dönmek imkansızsa aslında geçmişi değiştirmek için eline bir fırsat bile geçmiş olabilirdi. Belki özlediği insanları tekrar görebilirdi. Esen rüzgarla irkildi. Güneşe doğru baktı ama göremedi. Gökyüzünü gri bulutlar kaplamıştı. Kafasını iyice kaldırıp gözlerini kapattığında burnunun ucuna küçük bir yağmur damlası düştü. Çok geçmeden yağmur hızlanmış ıslanmaya başlamışlardı. İlk defa yanındaki adama dikkatle baktı üzerindeki beyaz önlüğü görünce doktor olmalı diye düşündü. Orta boylu zayıf biriydi saçları beyazlamış alnı kırışıklarla doluydu. Gerçekten de daha önce bir yerde gördüm diye düşünürken duyduğu sesle düşüncelerinden sıyrılmayı başardı.

"Ne o? Yüzümde bir şey mi var küçük hanım? Dikkatli dikkatli bakıyorsun."

"Hayır bir şey yok sadece sanki sizi daha önce görmüş gibiyim acaba nerelisiniz?"

" Edirne'liyim ama hiç Türkiye'de yaşamadım.Yani beni tanıma ihtimalin neredeyse yok denecek kadar az...Ah doğru ya televizyonda görmüş olma ihtimalin var. "

Şimdi hatırlamıştı. Zaman makinasını icat eden bilim insanı karşısında duruyordu.

"Gerçekten beklediğim gibi biri değilsiniz Profesör Selim Meriççi. Ben de Olcay tanıştığımıza başka şartlar altında olsaydı çok müteşekkir olırdum ancak şuan pek öyle olduğumu düşünmüyorum yani burada olmam bir nevi sizin suçunuz. Peki geri dönmek mümkün mü? Hiç mi geri dönemeyeceğim?"

Profesör cevap vermemişti.

Şimdi söylemesi gerek şarkıyı biliyordu:

"Cevapsız Sorular. "


****

Saatlerdir yürüyorlardı. İlerledikçe sanki hava daha da kararıyordu. Ozan ve Ayla Sevgi'nin kollarına girmiş Şevval ise rehberlik yapıyordu. Yerde yatan bir adam görmüşlerdi. Yanına yaklaşıp kolundan sarsınca uyanmıştı.

"İyi misiniz?"

"İyiyim. Siz kimsiniz?"

"Ben Ozan, şu gördüğün kısa boylu kıvırcık saçlı olan Şevval, uzun boylu kıvırcık saçlı olansa Ayla. Bu yanımdaki de selvi boylu Sevgi."

"Ben de Fatih."

Fatih'te kendileri gibi bir kara delikten geçip buraya gelmişti. O da babasını arıyordu. Olcay'dan hâla bir iz yoktu. Hava öyle soğuktu ki değdiği yeri adeta yakıyordu. Derin sessizliği bozup ilk konuşan kişi Ozan olmuştu.

"Tek üşüyen ben olamam değil mi? Dondum galiba.Ellerimi ve yüzümü hissedemiyorum."

Sevgi"Kes sızlanmayı lütfen, ben de topallıyorum gördüğün gibi. "

"Ama bir şeylere basıp duruyorum ya."

Ayla"Dallara basıyorsun Ozan lütfen ses çıkarmadan yürümeye devam et. "

Şevval"Bir şey diyeceğim Sevgi senin kolunda saat yok muydu? Biz neden saate bakmıyoruz? "

Dahiyane bir fikir bulmuş gibi birbirlerine bakmışlardı ama sevinçleri Fatih'in araya girmesiyle son bulmuştu. Saatler çalışmıyordu ve kararan ormanda hafiften yağmur yağmaya başlamıştı.

"Harika! Nerede olduğumuzu bilmiyoruz hangi zamanda olduğumuzu da bilmiyoruz. Hava kararıyor, yağmurda başladı şimdi karşımıza bir iki tane ayı çıkarsa hiç şaşırmayacağım."

"Şişt! Şu taraftan sesler geliyor. Sessiz ol"

Köstekli Saatin Sırrı Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz