Sekizinci Bölüm

189 56 52
                                    

Börü Han, Ulu Bilge'yi dinlemekle ne kadar doğru bir karar verdiğini düşünüyordu. Her şeyi bir rüya için feda etmeye değer miydi? Profesör ve Olcay geldikten sonraki gün Ulu Bilge yanına gelmiş ve gördüğü bir rüyadan bahsetmişti.

"Sol elinde ay ışığı gibi parlayan kirişsiz bir gümüş yay sağ elinde kabzası safirle süslü bir kılıç, başında zümrütten taç, saçları alev gibi gözleri altın sarısı boynunda yıldızlardan gerdanlık vardı. Gördüğüm an içime bir ürperti doldu. Kara saçlı bir kızla konuşuyordu. Sonrasında her yer karardı geri ışıdığında ise şelalenin arkasından girişi olan çıkışını bulamadığım mağaradaydım. Duvardaki parlayan yazılar kız konuştukça sönmeye başladı. Bir kaç taşı yerinden oynatıp daha önce varlığından haberimin bile olmadığı odaya girdi. Odayı hiç sönmeyecekmiş gibi duran meşaleler aydınlarıyordu. Sağ tarafımda kılıç sol tarafımda yay sanki bir büyünün etkisindeymiş gibi onlara doğru yürürken kıza baktım o durmuş sadece parlayan gerdanlığı izliyordu. Bir şey söyledi ama bizim dilimizde değildi. Elini gerdanlığa koyduğunda gerdanlık un ufak olup parçalandı.Sonrasında uyandım. Bilirsiniz rüyalar biliçaltının oyunu olsada benim rüyalarım farklıdır içinde gerçekliği barındırır Hân'ım. Belkide atalarımın anlattığı Buga Kağan'ın Mu'dan gelen yabancılara yardım edip onlarında Büyük Savaş'ta göklerin gücünü kullanarak Tenebris ve Shambali'yi yendiği hikayesi doğrudur. Hanlığımız şimdi de Nox Ordusu'na karşı tehdit oluşturuyor. Önceki Qin İmparatoru dostumuzdu ama şimdikine güven olmaz. Tarih tekerrür ederse bize rehber olabilirler. "

Gözlerini kapatıp atalarının anlattığı dünya nüfusunun üçte ikisinin yok olduğu savaşı düşündü. Belki de Ulu Bilge haklıydı. Kızın söylediği şeylerinde çoğunu anlamamıştı gerçekten Mu'dan gelmiş olabilir miydiler? Sadece adını duydukları varlığının olup olmadığı kesin olmadığı bir ada. Düşüncelere öyle dalmıştı ki kendisine seslenen oğlunu bile duymamıştı. Göktuğ sakince yanına oturdu. Börü Hân düşüncelerinden ayrılıp oğluna baktığında onun da kendisi gibi düşüncelere dalmış olduğunu gördü. Bir süre kafasını kaldırıp bakışlarını çadırın tavanına sabitledi.

"Seni böyle düşüncelere daldıran şey ne Göktuğ?"

"Seni düşündürenle aynı şey baba. Şu yabancılar... Nereden geldikleri belli değil emelleri belli değil. Casus olabilirler.O kadar çok soru işareti var ki... "

Börü Hân bir an için her şeyi oğluna anlatmayı düşündü ama sonra vaz geçti. Yazılarda ne yazdığı ortaya çıkana kadar her şey gizli kalmalıydı.

"Düşman değiller. Evlerinden yurtlarından olmuşlar zavallılar. İhtiyar adam çocuğun dedesi hasta zaten gariban. Kimseye bir zararları dokunmaz. Daha da düşünüp canını sıkmana gerek yok."

"Sen öyle diyorsan öyledir baba."

* * *

Sıcak suyun içinde mayışmış uykuya dalmışlardı. Geçen saatler belkide günlerden sonra ilk uyanan Fatih'ti. Mağaranın girişine gelince yağan kardan kapandığını gördü.

"Ne kadar zamandır yağıyor ki? Ne kadar zamandır uyuyordum, bilmiyorum." diye düşündü. Geri döndüğünde Ozan'ın da çoktan uyandığını gördü.

"Bir an bizi bırakıp gittin diye korkmuştum. Neredeydin?"

"Etrafa bakmaya gittim. Mağaranın ağızı kardan tıkanmış çıkış yok gibi duruyor."

"Nasıl yaa?! Burada mı kaldık şimdi?!"

Ozan'ın sesiyle Ayla da uyanmıştı.

"Günaydın. Uyuyakalmışım niye uyandırmadınız?"

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now