Yirmi Altıncı Bölüm

76 49 16
                                    


OLCAY

"Artık uyanmayı düşünmüyor musun miyav? Herkes senin gelmeni bekliyor. "

"Git başımdan kedi. Uykum var. "

Sabah sabah ileri zekâlı bir kedi tarafından uyandırılmadım da demem artık. O kadar uykum vardı ki esneyip duruyordum. Sahi kaç saat uyuyabilmiştim acaba? Normal zamanda beş saatle sekiz saat arası uyurdum. Ama muhtemelen şimdi en fazla üç saatçik uyumuştum. Ah dokunmayın çok fenayım. Bana uykularımı verin.

"Olcay . Olcay. Olcay. Olcay. Olcay. Olcay. Ollllcaaaay. "

"Ne var Allah'ın cezası ne var?! Bir uyutmadınız adamı ya! Saat kaç? Ben ne zaman gelip uyuyabildim haberin var mı senin? Birileri gibi ışınlanamadığım için yürüyüp durdum ayaklarım ağrıyor. Başımın dibinde Olcay Olcay ne var ya?! Adımı söylemeyi mi öğreniyorsun?! "

"B-ben uyandın sanmıştım özür dilerim. "

"Prenses?! Asıl ben özür dilerim. Ben sizi Schrödinger sandım. Sabahtan beri beni uyandırmaya çalışıyor. "

Kalkıp elimi yüzümü yıkadım keşke bir ayna olsaydı kesin gözlerim şişmiş balon balığına dönmüşümdür. Kıyafetlerime çekidüzen verip tahta tarağımla saçlarımı taradım. Bu tarağı Çakır yapmıştı. Konuşamadığımı sandığı zamanlarda böyle şeyler yapmıştık. Ben de bir sapan yapmıştım. Sapanımı kuşağıma geçirip kılıcımı aldım. Kılıcımı obanın en iyi demircisi olan Çoga yapmıştı. Karaca'ya her ne kadar okçuluk öğrenmeği istediğimi söylesemde dinlemedi. Nedeni ise yakın dövüşte okların işe yaramamasıydı. Kılıcımı kınına koyduktan sonra onuda kuşağıma geçirdim. Gözlüklerimi de takıp Ulu Bilge'nin verdiği küpeyle kolyemi taktım. Şimdi hazırdım.

"Hadi gidelim prenses. "

İşte karşınızda Olcay Han hazretleri!

Boş yapma Olcay.

İki dakika gülmemize de izin vermiyorlar.

Çadırın kapısında bekleyen muhafızın geldiğimizi haber vermesiyle derin bir nefes aldım.

"Atlantisli prenses Elenor ,Mu'lu Olcay Hatun. "

Bütün gözler bana dönmüştü. Kalabalık yerlerden nefret ederdim hele ki herkesin bana baktığını hissedersem. Tekrardan derin bir nefes aldığım sırada Dingerfinger kucağıma zıpladı. Korkudan bayılacaktım neredeyse. Gergin olduğum zamanlarda ani seslerden ve ani hareketlerden çok korkuyordum.

"Kızlara söyleyinde Olcay hatunun yüzünün rengine canlılık getirsinler. Tin gibi geziyor ortalıkta. "

"Ne o? Ruhlardan korkar mısın İlbay? "

"Korktuğumdan değil Olcay yüzünün halini sen görsen sende korkarsın. Kar gibi bembeyaz kesmiş. "

Tahmin ediyordum ama çok bozuntuya vermemeye çalıştım. Oba beylerinden ayrı bir kaç adam daha vardı. Üçü çekik gözlü ikisi sarışındı. Börü Han çekik gözlü adamlardan kır saçlı olanını işaret ederek bana döndü.

"Bu Qin hanedanlığının bilgesi Zhutai. Bizim için Ulu Bilge ne ise Qin için de Zhutai öyledir. "

İhtiyar adamın yüzünde değişik bir ifade vardı.Resmen ben güvenilmez biriyim diye bağırıyordu.Giydiği kıyafetin kollarında bir sürü silah sakladığı belliydi. Zhutai'yi ve yanındakileri incelerken Göktuğ kafasını bana doğru eğip bir şeyler fısıldadı.

"Sanki tanıyormuş gibi bakıyorsun. Bir şey mi var? "

"Tanımıyorum teginim lakin beni huzursuz eden bir şey var emin olduğumda söyleyeceğim. "

Karaca ve Kuzgun da benim gibi huzursuzlardı ve tetikte bekliyorlardı. Çakır ise prensesle konuşuyordu. Cidden ne ara bu kadar samimi olmuşlardı ki? Gözlerimi tekrar ihtiyara çevirdiğimde bana yanındaki diğer adamları tanıttı. Aslında tanıtmasına gerek yoktu çünkü az çok anlamıştım. Adamlardan biri kısacık saçlı, orta yaşlı, iri yarıydı. Üzerinde siyah bir zırh vardı. Diğeri ise gençti muhtemelen yirmili yaşlardaydı. Uzun kahverengi saçları at kuyruğu bağlanmıştı. Üzerinde diğer adama göre daha hafif bir zırh vardı. Çekik yeşil gözlerinde zeka parıltıları vardı. Muhtemelen bu adam tam Dingerfinger ile arkadaş olacak biriydi.

"Bu gördüğünüz General Long yanındaki ise savaş stratejisti komutan Xavier. "

"Ben de sadece Olcay. Tanıştığımıza memnun olup olmadığımı zaman gösterecek. "

"Zaman... Elbette zaman gösterecek. Lakin ait olmadığı bir yerde yaşayan biri için fazla sakinsin. "

"Sizde dost olduğunuzu söylediğiniz insanların yanında fazla temkinlisiniz. Öyle ki taşıdığınız silahların ağırlığından kollarınızı kaldıramayacaksınız. Halbuki bizim silahlarımızı kapıdaki nöbetçi almıştı. Sizinkiler neden hâlâ sizde Bilge Zhutai? Ya da Mu Le mi demeliyim? "

"Sen nasıl?! "

"Uzun zaman oldu usta. "

"Yuan?! "

Ah ben ve planlarım. Tamam sadece benim planım değil. Dingerfinger'e teşekkür etmeliyim. Baştan açıklamam gerekirse kedicik sabah beni uyandırmaya geldiğinde şüpheli bir adamın obada gezdiğini söyledi ve bu adam büyü gibi bir şeyle görünüşünü değiştiriyordu. Bilge Zhutai'yi saklayıp onun yerine geçmişti. Kediciğim adamı araştırırken onun Shambala mı Shambali mi nedirse oradan bir bilge olduğunu söyledi.Geldiği yer Agartha gibi bir yermiş.Şimdi düşününce Agartha üstadı ne yapıyor acaba? Yuan ise bilge Zhutai'nin çocukluk adıymış. Mu Le, bilgenin öğretmeniymiş ancak Mu Le onu kovmuş. Shambala şuan yaşadığım dünyanın zaman kavramı farklı olduğu için Mu Le hiç yaşlanmamış. Dingerfinger kucağıma atladığı zaman Zhutai'yi bulup geri getirdiğini söylemişti. İşte bu kadar. Uyumaya çalışırken obayı kurtarmıştık. Çadırdaki gerilim devam ederken dışarıdaki muhafız koşarak içeri girip elinde tuttuğu kağıt benzeri şeyi Börü Han'a uzattı. Börü Han kağıdı okuduktan sonra yüzünü buruşturup prensese ve bana baktı.

"Bir sorun mu var hânım?"

"Tenebrisliler. Prensesi geri verdiğimiz taktirde savaşın olmayacağını söylüyorlar."

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now