On Üçüncü Bölüm

123 51 22
                                    

OLCAY

'Nerenin havası bu güzelim
Ah Hint kumaşı mı kalmış şu devirde
Sana benden bir tavsiye gel
İnceldiği yerden kopalım biz

Güzel günler geçti çabucak
Yakında büyük fırtına kopacak
Güvendiğin dağlar önce seni yutacak... '

"-ay.-cay. Olcay! Sana diyorum!'

" Efendim Şevval? "

"Yine şarkıya daldın gittin. Baksana bu kolye bana çok yakışmaz mı?"

"Hıhı."

"Bak güneş vurunca renk değiştiriyormuş."

"Hıhı"

"Ya! Sen beni dinliyor musun?"

"Seni dinliyor muyum?"

"Ya sinirlendirmesene beni!"

"Kızmasana sincapcığım. Ya Şevvalll. Şuna baksana çok şeker. Alalım mı?"

"Ne? Beyene beyene bunu mu beyendin?"

"Niye ya? Bence güzel."

"Neyse onu boş verelim de biz Rara'ya ne  alacağız ona bakalım. Hediye seçmeye niye seni verdiler başıma?"

"Aynen ya Ozan niye seninle gelmedi?"

"Ozan Rara'yı oyalıyor."

"Şevval buna bak b- Efendim Ayla, ne oldu?... NE?!... Ne demek ya?... Tamam ağlamasana ya... Neredesiniz?.... Bekleyin geliyoruz... Ozan nerede?... Tamam. "

"Ne olmuş?Niye aramışlar? "

"Çabuk gidelim yolda anlatırım."

*      *      *

Bu olay niye şimdi aklıma gelmişti ki? Çok eskide kalmıştı. Unutmuştum.  Belki de şarkıdan dolayıydı.
  Atlantis, kayıp şehir, efsane. İşte belkide böyle yok olmuştu. Tenebris'in kızgın ordularının ilk hedefi Atlantis idi. Bize de sıra gelecekti. Derin bir nefes verdim sakinliğimi korumam lazımdı. Ben ki boğazına kılıç dayandığında bile sakin kalan Olcay Han hazretle- tamam boğazına kılıç dayandığında korkudan sesi kaçan, dizlerinin bağı çözülen Olcay. Kendi kendime gülmemle gözler yine bana çevrilmişti.
"Güzel günler geçti çabucak
Yakında büyük fırtına kopacak...

Eeeee ne yapıyoruz beyler?Muhtemelen Atlantis'ten sonraki hedeflerden biri biziz. Aslında ordular Atlantis'teyse topraklarına girip kalelerine sızmak kolay olmaz mı? Eğer köstekli saat onlardaysa bu daha da iyi olur bir taşla iki kuş vururuz. "

"Kalelerine sızıp ne yapmayı planlıyorsun? Bize anlatmadığın şeyler var değil mi? O kadar yazının sadece bu kadar küçük bir hikaye olması hitçe mantıklı değil."

Böyle durumlarda galiba şöyle demem gerekiyor: Ayvayı yedim!
Evet her şeyi anlatmamıştım. Fatih'in yazdıklarının çoğu kendileri gibi birisi için tavsiyelerden oluşuyordu. Mesela mağaradaki içilebilir su, sıcak su, yenilebilir meyveler gibi. Buga Kağan'ın yazılarıysa onların gidişinden sonrayı anlatıyordu. Ve benim arkadaşlarımın yazılarıysa.... Boşverin saçmalıklardan ibaretti. Özellikle de Ozan'ınkiler.
Yok neymiş daha çok gençmiş böyle evinden uzakta mı ölecekmiş. Ölecekse de neden huzurla ölmek yerine Sevgi'nin dırdırı yüzünden ölecekmiş, Rara'yı çok özlemiş...Şey hangimiz özlemedik ki?
Bu arada beni de özlemişler gözlüğümde onlardaymış ahhh kıymetlim senden ne kadar çok ayrı kaldım. Gözlüğüm günlük hayatımın olmazsa olmazı öyleki bazen uyurken bile gözümde kalıyormuş.

"Haklısın Sarı ka-Göktuğ Tegin. Benim için çok önemli olan iki şey o kalede. Bana ait olan bir şey... Benden alınmış bir şey...En değerlim...Onsuz eksik hissettiğim... "

"Ne bu önemli şey?"

"Söylesem de bilemezsin ki. Profesör köstekli saatin de o kalede olduğunu düşünüyorum. Buga Kağan'ın yazdıklarına göre bir büyücü onu ve gözlüğümü almış. Hırsız.... Ulu Bilge bence gitmeliyiz. Sence? Onlar buraya gelmeden biz onlara gitmeliyiz. Boom! Hiç beklemedikleri bir anda süpriz bir baskın."

"Şu önemli şey ne?!"

"Ona sahip olan kişi dağların, denizlerin hatta gökyüzünün bile ilerisini görebilir. Depremler yapıp yağmurlar yağdırabilir. Tenebris'i kontrol altına alabilir.... Bunu mu dememi bekliyorsunuz? O şey benim için değerli ama sizin işinize yaramaz hastalığımın ilacı gibi bir şey olduğunu düşünün."

Sarı kafaya göz devirdiğim sırada Börü Han'a dönmüştü. Nedense çok sinirliydi. Ben bir şey yapmadım.... Yoksa yaptım mı?

"Ona neden bu kadar güveniyorsun baba? Han olmana rağmen sana bile saygısızca davranıyor."

"O Mu'dan geldi. Tıpkı atalarımıza yardım eden Göğün Çocukları gibi. Üstelik onların dostu. Söylediklerinde haklılık payı da var. Eğer Tenebris ilk Atlantis'e saldırdıysa sıradaki hedeflerinden biri biziz."

  Biliyordum. Koskoca hanın söylediklerime inanması bana da saçma geliyordu her şey o yüzden sarı kafaya çok kızamıyordum ama eve gitmek istiyordum. Her şeyin bir rüyaymış gibi gelip geçmesini de. Ancak herzaman hayat bana ters gidiyor.

"Neden geri dönmeye çalışıyorsun?"

Ne? Neden böyle bir soru sormuştu ki şimdi?

"Senin ailen yok mu Karaca? Sevdiklerin ve dostlarından ayrı kalmış bir şekilde yaşamanın yollarını ararken güvenebileceğin insanlar buluyorsun ama onlar sana şüpheyle yaklaşıyorlar, boğazına kılıç dayıyorlar ya da sen o haldeyken vereceğin tepkiyi merak ettikleri için karışmıyorlar. Saygısızlığıma gelicek olursak Mu'da herkes eşittir. Sende insansın ben de insanım. Öldüğümüzde ikimizinde sahip olacağı tek şey mezar ikimizde toprak olacağız. Gitmek istiyorum çünkü annemi ve babamı özledim. Annemin yaptığı yemekleri, babamla oynadığım basketbolları özledim. Evimi, sıcacık yuvamı, yumuşacık yatağımı özledim, kıyafetlerimi, telefonumu, interneti, sınavları bile özledim... Hayır kesinlikle sınavları özlemedim. Düşmanımın başına."

Beni en iyi anlamasını umduğum kişi Profesör'dü. Şimdi geri dönmek için o kaledeki köstekli saate ulaşmalıyım. Keşke Rara burada olsaydı en azından bir iki laf söyler kendime gelmemi sağlardı.

*     *       *
Olcay Tenebris'e süpriz bir saldırı yapmayı planladığı sırada Nigreos ve kardeşleri Atlantis prensesi Elenor'u esir almışlardı. Sıradaki hedefleri Batı İmparatorluğu idi.

Köstekli Saatin Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin