Otuz Beşinci Bölüm

97 50 127
                                    

GÖKTUĞ

Herkese bir ağırlık çökmüş ve uyumuşlardı. Ben de uyumuştum daldığım uykumdan birinin omuzlarımı sarsmasıyla uyandım. Gözlerimi kırpıştırarak etrafa baktığım beni uyandıran kişinin Çakır olduğunu gördüm. Eliyle susmamı işaret ediyor işaret parmağıyla ileride bir yeri gösteriyordu. Gösterdiği yere baktım.

Karaca ve Olcay uyuyordu. Bunda şaşırmam gereken ne var diye düşündüm ama Çakır'ı da bozmadım.

Karaca'nın bugün yüzünün asık olmasının tek nedeninin obadaki casus olmadığından emindim ama o zaman pek üstelememiştim. Şimdiki görüntüden anladığım kadarıyla bu biraz Olcay ile de ilgiliydi. Galiba Karaca, Olcay'ın gitmesini istemiyordu. Buraya geleli bir mevsim bile olmamıştı ama herkes ona çabuk alışmıştı. Sanıtım ben de bu herkese dahildim. Onları rahatsız etmemek için ne ben ne de Çakır konuştu. Xavier de hâlâ uyuyordu.

Ayağa kalkıp biraz dolaşınca uyumadan önceki halsizliğimin kalmadığını hissettim. Terlemek iyi gelmişti. Yürürken ayağım bir taşa takılınca taş yerinden oynayıp dağdan aşağı yuvarlandı. Bu da Olcay'ın uyanmasına neden oldu. Başını hızla kaldırınca Karaca'nın başı düşmeye başladı. Ani bir hareketle onu tuttu ama şuan bu durumu Çakır görseydi kahkahalara boğulmuş olurdu. Olcay etrafa ne olduğunu anlamaz gözlerle bakarken duyduğumuz gürültüyle diğerleri de uyandı. Küçücük taş koca bir kayayı yerinden oynatmıştı. Karaca uyanınca Olcay'ın kıymetlisini, hani almak için ta Tenebris kalesine gittiğimiz şeyi, verdi. O da bir şeyler söyledi ama duymadım. Olcay ayağa kalkıp bir şeyleri aramaya başladı. En sonunda benim yanıma geldi.

"Pişt sarı kafa aman yani çok hürmet gösterilesi Göktuğ teginim acaba bizim Dingerfinger'i yani kediciğimi görmüş olma ihtimaliniz var olabilir mi? "

Yine başladık iyi mi? Benimle ne alıp veremediği vardı da böyle davranıyordu bu kız anlamıyorum. Tamam benimde başta pek dost canlısı olduğum söylenemezdi ama son zamanlarda aramız daha iyiydi.

"Düzgün konuş ben aptal değilim Olcay."

Yüzünü kırıştırarak bir şeyler fısıldadı duymadım ama duysaydım hoşuma gidecek şeyler söyleyeceğini tahmin etmiyorum.

"Aman senle konuşanda kabahat. Schrödinger'i gördün mü? "

Yalandan bir kızgınlıkla kaşlarımı çattım. Tam konuşacaktım ki Çakır araya girdi.

"Saygısız! Karşında kim var unuttun galiba! O koskoca Göktuğ tegin Olcay Hatun! "

Çakır söylediklerinden sonra kahkahalara boğulmuştu ama ondan başka kimse gülmüyordu.Dahası Olcay kaşlarını çatmıştı. Suratında memnuniyetsiz bir ifade vardı.

"Kişilik bozukluğu mu var oğlum sen de?! Kediyi gördüyseniz gördüm diyeceksiniz bu kadar basit! Bak Çakır tegin megin dinlemem atarım şu lav çukurunun içine. "

"Sabırsız, agresif, neşesiz, akılsız ıqsuz birisin ama nasıl bu kadar arkadaşın varmış anlayamıyorum miyav. "

Neyseki tatsız bir tartışma olmadan kedi gelmişti. Olcay'ın anlattığına göre kediler parsgillerdendi. Mu'da çok fazla varmış ama biz burada ilk defa görmüştük.

"Evet sabırsız, agresif ve ıqsuzum. Oldu mu?! Hadi anlat şu zehir meselesini. "

Olcay sinirli sinirli kedinin üzerine yürüdüğü sırada Karaca ve Kuzgun iki kolundan da tutularak hareket etmesini engellemişlerdi.

"Sakin ol biraz Olcay. Hem söyledi ya zehir ve panzehiri aynı anda içmişiz mesele bu."

"Orasını anladım Kuzgun. Anlamadığım bizi kimin zehirlediği. Eğer Tenebristen biri olsaydı tüm obayı zehirlerdi ya da savaşacak olan alpleri. Oysa o ya da onlar her kimse sadece ileri gelenlerin olduğu han çadırındakileri zehirledi. En korunaklı yer olan han çadırını!"

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now