Yirmi Üçüncü Bölüm

88 46 32
                                    


Ulu Bilge'nin sözlerinin oluşturduğu şokun etkisiyle çadırda çıt çıkmıyordu. Bu sırada Olay ise dizlerinin üzerine çökmüş ve Schrödinger'e sarılmış bir şekilde mutluluktan ağlıyordu. Mutluydu ama içinde bir burukluk vardı. Yaşadıkları  gözünün önünden film şeridi gibi geçmedi. Sadece zihninde bir kaç anı belirdi. Kendini boşlukta hissetmeye başlamıştı. Sanki çok severek okuduğu bir kitabın  mutlu sonla bitip kendi istediği gibi bitmemesi gibiydi. Gözlerini elinin tersiyle silip ayağa kalktı. Derin bir nefes alıp verdi. Kalbi heyecandan o kadar hızlı atıyordu ki kendi kalp atışından başka ses duymuyordu.

"Beni artık bırak istersen miyav yoksa boğulacağım."

"İn bakalım kedicik... Profesör artık bizim için de veda zamanı umarım en kısa sürede oğlunuzla beraber güzel anlar geçirirsiniz. Birazcık dinlenmeye ihtiyacınız var.Bazen küçük sözü dinlemek gerekir. Lütfen önce siz girin. "

"Allah'a ısmarladık Olcay."

Gözleri dolu dolu olmuştu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Portala giren Profesör'ün arkasından uzun bir süre el salladı.

"Pişt kedicik. Köstekli saat... Sence onu ne yapmalıyız? Yanımızda götürmeli miyiz?"

"Arkadaşların geride bırakmışlar bizde geride bırakalım miyav."

"Hey bekle Dingerfinger! Aynı anda girelim."

Schrödinger itiraz etmeyimce Olcay onu kucağına almış sıkıca sarılmıştı. Gözlerini yumup portala doğru bir adım attı ve bir adım daha. Gözlerini açmak istemiyordu çünkü gözlerini açarsa arkasına bakacaktı bu da son bir kez obadakilerle vedalaşmak istemesine neden olacaktı. Portalın içine adımını attığı anda ayağı içeri girmedi. Kaşlarını çatıp gözlerini açtı ve elini portala uzattı büyük bir sorun vardı. Bir görünmez duvar içeri girmesine izin vermiyordu. Aynısı Schrödinger içinde geçerliydi. Ne kadar uğraşsalarda içeri giremediler fakat portal hâlâ açık olduğu için geri dönmek istemiyorlardı. Olcay gökyüzünün yansıdığı suya baktı. Ay artık kızıl değildi belkide bu yüzden portaldan içeri giremedik diye düşündü. Elini tekrar kanatacağı anda Schrödinger'in sesiyle durdu arkasına baktığında portalın içinden bir el çıkmıştı. Korkudan dili tutulacakken elin sahibi dışarı çıkmış Schrödinger ise bir çırpıda kucağına atlamıştı. Ne olduğuna anlam veremeyen Olcay karşısındaki genç adama bakarken merağını Schrödinger gidermişti.

"Fatih! Nerelerdeydin miyav?"

"Fatih?... Yoksa sen... Profesör'ün oğlu musun?"

"Seninle yeniden karşılaşmak çok güzel Olcay. "

"Anlamadım? Sizi daha önce görmediğime eminim.Yani daha önce hiç karşılaşmadık. "

Genç adam Olcay'a içtenlikle gülümsedi. Ağzından kelimeler çıkmıyordu ama gözleri konuşuyordu. Olcay içinde bulunduğu durumun farkına varamasa da genç adam ona o kadar tanıdık geliyordu ki sanki yıllar önce kaybettiği sırdaşıyla yeniden karşılaşmış gibiydi.

"Bu bizim iki yüz seksen üçüncü karşılaşmamız Olcay ama sen hiçbirini hatırlayamazsın."

"Bu da ne demek oluyor?"

"Geri döndüğünde burada yaşadığın her şeyi unutacaksın sanki hiç var olmamış gibi ama merak etme bu son sefer tekrar aynı geçmişe dönmeyeceksin çünkü nihayet zaman makinasını tamir edebildim. Tek yapmam gereken diğerlerini beklemek."

"Dur bekle benim beynim yavaş idrak ediyor o yüzden tek tek soracağım. Neden buradaki hiçbir şeyi hatırlamayacağım?Zaman makinasını tamir ettiysen neden dönemiyorum? Diğerleri kim? "

"Evrenin düzeni böyle Olcay. Ben çok büyük bir hata yaptım ve bunun bedeli olarak zamanlar arasında sıkışıp kaldım. Hiçbir zamana ait değilim ve belli bir süreden sonra orada yaşayamam. Bu yüzden zaman makinasını bir köstekli saate çevirdim ve evrenin düzenini eski haline döndürmek ve ihtiyacım olan şeyleri bulmaları için senin gibi hayalperest gençlerin önüne köstekli saati çıkardım. Zehra ve Rüzgar. Onlar Osmanlı zamanındalar ve sirenlerin sahip olduğu köstekli saatin parçasını arıyorlar. Güliz ve Harun. Onlarda Osmanlı''nın son yıllarındalar. Sana gelecek olursak senin tek görevin kendi zamanına dönmek. Şimdi dönememenin bir sebebi var Olcay. Daha önce iki yüz seksen iki seferde burada kalıp savaşı kazanmalarını sağladın. Şimdi de böyle yapmalısın."

"İstemiyorum. Neden yapmalıyım?Sen de söyledin iki yüz bilmem kaç defa yardım etmişim zaten. Şimdi yardım etmek istemiyorum. Bu savaşı ben çıkarmadım ve sonlandıracak kişi de ben değilim. Aç gözlü insanlar olduğu müddetçe savaşlar devam edecek. Aç gözlü insanlar hep var olacağına göre neden uğraşmalıyım ki? Başından beri tek istediğim geri dönmekti. Kendimden başka kimseyi umursamadan buraya kadar geldim. Savaşacakları vampirleri obaya kadar getirdim. Şimdi neden umursayayım?"

"Eğer hiç kimseyi umursamıyorsan neden önce babamın gitmesine izin verdim?"

"Kendimi güvence altına almak için. Sonuçta içeride ne olup olmadığını bilemezdim değil mi?Zaten kafayı yemiş ihtiyar bir adamdı yokluğu kimseye bir şey kaybettirmezdi."

"Aynı şeyleri bana kaç kere söylediğini bilmesem inanacağım Olcay. Kendi yalanlarına sen bile inanmıyorsun. Babamı ilk gönderdin çünki beni ne kadar özlediğini biliyordun. Vampirleri obaya getirdin çünki eğer tekrar insan olmalarının yolu varsa diğer zorla dönüştürülen vampirleri de kurtarabileceğini düşündün. Babam gittikten sonra uzun bir süre bekledin çünki vedalaşmadan gideceğin için kendini şuçlu hissettin. Savaştan kaçtığını düşünmelerini istemedin.Bunların hepsini bana sen defalarca kez söyledin Olcay. Sen... Geri dönmek isteyip istemediğinden bile emin değilsin."

Dolmuş gözleri artık sınırına ulaşmıştı. Gözyaşları çenesinden aşağı akarken yağmur başlamıştı.

"Şimdi geri obaya dön Olcay. Köstekli saat sana yol gösterecek. Ne zaman dönmen gerektiğini zamanı geldiğinde öğreneceksin. Bu bir son değil Olcay, bu bir başlangıç.Daha onunla tekrardan karşılaşacaksın. "

"O?"

"Ateş kelebeklerinin sahibi... Agartha'nın son bilgesi."

Fatih ile konuştuktan sonra tekrar obanın yolunu tutan Olcay'ın diline en sevdiği rock grubunun en sevdiği şarkılarından biri dolanmıştı

"Sıkıldım çok, her dakika düşünmekten, üzülmekten
Artık yok, kalmadı gücüm düşmekten, yenilmekten
Pişmanım erken vazgeçmekten, kendimden
Bu alem geçmiş kendinden
Ne gelir elden?

Dünyanın sonuna doğmuşum
Ya da ölmüşüm de haberim yok
İyi bilirdik derler elbet ardımdan
Bundan büyük bi' yalan yok
Yok, bundan büyük yalan yok"

Dünyanın sonuna doğmuşumYa da ölmüşüm de haberim yokİyi bilirdik derler elbet ardımdanBundan büyük bi' yalan yokYok, bundan büyük yalan yok"

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now