Onuncu Bölüm

157 58 36
                                    

OLCAY

Buraya geleli tam bir ay olmuştu. Aslında hayatımdan gayet memnundum. Yeni arkadaşlarım da vardı. Yaldız ve Zeren beraber kaldığım kızlardı. Obaya alışmamda en büyük rolü onlar üstlenmişti. Hergünüm mağaradaki yazılarla uğraşarak geçiyordu bayağı bir yol katetmiştim. Yorgunluğumun üzerine baş ağrısı da eklenmişti ama olsun buna değerdi. Kan çanağına dönen gözlerimle yazıları deşifre ediyordum. Tahminlerime göre güneş doğmak üzereydi en az beş saattir burada yazılarla uğraşıyordum ve eğer yakalanmak istemiyorsam güneş doğmadan önce obaya dönmem gerekiyordu. Uyku akan gözlerimi ovuşturdum. En son ne zanan uyumuştum hatırlamıyordum. Gündüzleri peşimde kuyruğummuş gibi dolanan Karaca yüzünden gecenin karanlığında görmeyen gözlerimi daha da mahvediyordum. Hayır hiç mi işin gücün yok senin? Git Göktuğ'la Kuzgun'la oynasana yok yani illa çıldırtıyorlar insanı. Neyseki Çakır vardı. O da olmasa sıkıntıdan patlardım. Kitaplarımın yokluğunu telafi ediyordu açıkçası anlattığı hikayeleri dinlemeyi seviyordum. Konuşamasamda söylemek istediklerimi anlıyordu. Seve seve çaldığı flütü sanki başka dünyalardan gelen bir ezgi gibiydi. Bir günümü özetlemek gerekirse uyandıktan sonra hanın çadırında kahvaltı ardından Zeren ve Yaldız'la beraber talim yapan alpleri izleme, ortalıkta kuyruğumla beraber boş boş gezme, sarı kafanın nefret bakışlarına yakalanma, öğle yemeği, Çakır'la gereksizlik yapma, akşam yemeği ve kapanış. Yazıları çözmeye çalışırken bir yandan da şarkı mırıldanıyordum.

" Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor
Biliyorum
Dönence
Kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor..... "

"Birgün belki hayattan
Geçmişteki günlerden
Bir teselli ararsın
Bak o zaman resmime"

"Çayır çimen geze geze offf
Çayır çimen geze geze offf
Oldum ben bir geveze"

Nihayet son satırıda deşifre edebilmiştim. Bir ay boyunca okuduğum bütün yazıları yazan kişi Buga Kağan'dı.
Karanlığın ordularına karşı yapılan şavaştan ve sonrasında insanların yeniden toparlanmasını anlatıyordu. Beni en çok mutlu eden şey ise geri dönmenin bir yolunu bulmuş olmamdı. Tek yapmam gereken bir köstekli saati bulmaktı. Yazanlara göre bir gün birden bire ormanda yabancılar belirmişti. Savaşın en yoğun olduğu zamanda ortaya çıkıp savaşın gidişatını değiştirmişlerdi. Kan emenler,devler ve büyücüler yok edilmişti. Ve sonunda insanlar savaşı kazanmıştı. Birden bire dün kulak misafiri olduğum bir şey aklıma gelmişti. Batıda böcek ısırıklarıyla ölen yirmi yaşından küçük kızlar ve on yaşından küçük erkek çocukları bir gecede ölmüşlerdi. Uzak kasabalardan birinde bütün halkın bir günde yok olduğuyla ilgili söylentilerde vardı. Beni ilgilendirmediği için önemsememiştim ama kan emenler sadece fantastik filmler ve kitaplarda geçen vampirlerden başka bir şey değildi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm kafamda şimşekler yeni çakmıştı. Ayağa kalkıp tüm gücümle koşmaya başlamıştım. Mağaradan çıktığım zaman güneş ışıklarıyla karşılaşan saatlerdir karanlığa alışan gözlerim yanmaya başlamıştı. Aldırmadan koşuyordum güneş doğalı çok olmuştu. Oba halkı da çoktan uyanmış gündelik işlerini yapmaya başlamıştı. Bana olan tuhaf bakışlarını umursamadan gözüm dönmüş gibi Börü Han'ın çadırına doğru koşuyordum. Çadıra vardığımda nefes nefeseydim ve boğazım çok ağrıyordu içeriden konuşma seslerini duyuyordum.

"Sebebi olan böcek daha bulunamamış mı? Sebebi kesinlikle böcek mi?"

"Değil!"

Birden bire çadıra dalmıştım.

"Çok büyük sorunumuz var. Vampirler... Savaş... Yazılar.... Okudum... Hepsini... Göğün Çocukları... Gece kolyeleri... Güneç mızrağı...Ay yayı... Yeryüzü kılıcı... Zümrüt taç... Peşindelerdi... Tenebris... Büyücüler... Kan emenler... Uyandılar... Kötü...Çok kötü..."

Köstekli Saatin Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin