Otuzuncu Bölüm

78 49 42
                                    

OLCAY

"Yani şüphelerim doğru öyle değil mi?"

"Öyle."

"Ah! Galiba cidden yani... Of ya!"

Haklıydım ve şuan haklı olmaktan nefret ediyordum. Çakır gerçekten de Atlantis prensesine vurulmuştu. Kuzgun ile biraz konuştuktan sonra obaya döndüm. Kararımı kahvaltıda söyleyecektim. Ondan önce Mahşerin üç atlısını bulmalıydım. Çadırlarına girdiğimde üçü de uyuyordu.

"Koğuş! Kalk! Kalk, kalk, kalk!! Mahşerin üç atlısı!"

Her zaman bunu yapmak istemisimdir. Çok zevkli değil mi? Komutansınız ve sesinizle askerler neye uğradığını şaşırıyor. Benim karşımdakiler de neye uğradığını şaşırmıştı. Karşımda kırmızı gözlü pençeli üç vampir duruyordu. Ani bir refleksle bana saldıran Shade'nin kalbine hançerimi sapladım dermişim daha o kadar iyi değilim.

"Sen deli misin?"

"En iyi insanların hepsi delidir."

"Ne biçim bir insansın sen?"

"En azından insanım Shade."

"Bak sen kaşınıyorsun!"

"Yoo bitlenmedim."

"İşin gücün yok mu senin Olcay?"

Louis'i bile kızdırmayı başarmıştın ya aferin sana Olcay.

"Haklısın az kalsın neden geldiğimi unutuyordum. Hadi kıyafetlerinizi değiştirin sizi bir yere götüreceğim."

"Sabah. Farkındasın değil mi?"

"İşte bu yüzden sizi dışarı çıkarıyorum ya. Millet şüpheli olduğunuzu düşünüyor. Zaten şüphelisiniz orası ayrı."

"Sabah dışarı çıkamayız biz."

"Ben onu hallettim."

Karşınızda  'Muhteşem Völjay' var sonuçta.

Aslında biricik vampirlerimizi rahatsız etmemin nedeni onlarla antreman yapmaktı. Böylece çalışmalarımın ilerleyip ilerlemediğini, yeterince gelişip gelişmediğimi anlayabilecektim ayrıca onların da bir zayıf noktasını bulmaya çalışacaktım. Kitaplarda ve filmlerde
sarmısak, haç, ateş gibi şeylerden hoşlanmıyorlardı.

Haçı nereden bulacaksın daha milat olmadı Hz.  İsa doğmadı.

Haç aramıyotum zaten. Hem bu zayıflıklar bana saçma geliyor daha farklı bir şeye ihtiyacım var. Bütün vampirler üzerinde etkili bir şeye. Hepsini kontrol altında alabilecek bir şeye ihtiyacım vardı. Bir ses ya da bir koku belki de önemsedikleri biri...

"Ne dikiliyorsun? Nereye götüreceksin bizi?"

"Bak. Normal konuşursan kimse seni kınamaz Shade. Eğer böyle yapmaya devam edersen o çok sevgili prensesinizi Tenebris kalesine gönde-"

Daha lafımı bitirmeden boğazıma yapışmıştı. Nefes alamıyordum. Zaten akciğerlerim sağlam değildi normal zamanda da nefes darlığı çekiyordum. Konuşamıyordum sadece gözlerimden yaşlar akıyordu. Diğer ikisi de onu durdurmuyordu. Cidden böyle mi ölecektim?

"Bırak onu!"

Karaca? İstemsizce güldüm. Hatırlatırım sende beni öldürmeye çalışmıştın. Vücudumun gitgide ısındığını hissettim. Yine oluyordu alevler vücudumu sarıyordu. Karşımdakiler ise korkuyla geriye doğru bir kaç adım atmıştı.

"Nesin sen?"

"Sıradan bir insan."

"Hiç sanmıyorum!"

Köstekli Saatin Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin