Yirmi Yedinci Bölüm.

87 49 30
                                    

OLCAY

Ortamdaki karışıklıktan istifade ederek kaçmaya çalışan Mu Le’yi, Ulu Bilge ve Zhutai  son anda yakaladılar. Mu Le sandığımdan daha güçlüydü iki bilgenin de gücü ona yetmiyordu. Mahşerin üç atlısının da yardımıyla etkisiz hâle getirilmişti. Şimdi bir sorunumuz daha vardı. Prensesin burada olduğunu nasıl biliyorlardı? O vampir bilerek mi gitmemize izin vermişti? Dahası Börü Han prensesi geri gönderecek miydi? Peki ya bu bir blöfse? O zaman ne olacaktı? Ya prensesi geri verdikten sonra savaş başlarsa? Ya prensesi vermediğimiz için diğer krallıklarla birleşip saldırırlarsa? Qin’e ne kadar güvenebiliriz? Daha doğrusu güvenebilir miyiz? Ya prenses gerçekten casus ise? Evet. Evet öyle olmalı. Mahşerin üç atlısı buraya ona yardım edebilmek için geldiler hatta onları kendi ellerimle ben getirdim. Ne yaptım ben? Her şeyi düzeltmeye çalışırken berbat ettim! Şimdi ne olacak?! Neden geri dönmedim ki sanki? Nefes alamıyorum. Allah’ım lütfen yardım et şimdi ne yapacağım ben?

“-ay.-cay. OLCAY! ”

“E-efendim. ”

“Ne düşünüyorsan düşünmeyi bırak ve sakin ol. ”

“Tamam. ”

“Şimdi derin nefes al. ”

“Hım. ”

“Şimdi daha iyi misin? ”

“İyiyim. Sağ ol Karaca. ”

Çadırın içindekilere  göz gezdirdim. Muhtemelen hepsi şimdi ne olacak diye kendine soruyordu. Kimisi fısıldaşıyor kimisi prensese bakıyordu. Galiba onun yerinde olmayı istemezdim. Yıllarca altından saraylarda yaşayıp bir gecede ailesini ve halkını kaybetmişti. Belki de o da sadece benim gibiydi. Yabancısı olduğu bu yere uyum sağlamaya çalışıp sorun çıkarmak istemiyordu. Belki de onun hakkında yanlış düşünüyordum. Casus olsaydı bu kadar korkup titrer miydi? Eğer muhteşem bir oyuncu değilse yapamazdı. Kurdun pençesindeki küçük bir tavşana benziyordu. Korku dolu gözlerini gözlerime dikmiş bir şeyler dememi bekliyordu. Kaşlarımı çatınca daha da korkmuştu. Börü Han’a baktım. Sanki o da benim konuşmamı bekliyordu.

“Sen ne düşünüyorsun bu konuda Olcay?”

“Burada bu kadar oba beyi ve büyüklerim varken bana söz söylemek düşmez hânım. ”

Bunu söylememle bir kaç kişi sırtını düzledi bir kaç kişi sakalıyla oynadı anlaşılan yerimi bilmem hoşlarına gitmişti ancak yüzlerine bakıldığında söylediklerimin hoşlarına gitmediği anlaşılan kişiler de vardı bunlardan biri de Börü Han’dı.

“Asıl sen dururken onlara söz hakkı düşmez! ”

Eliyle yanına gelmemi söyleyip habercinin getirdiği kağıt benzeri şeyi bana verdi. Boşuna bu adamı idolüm seçmedim ben ya! Muhteşemsiniz hânım keşke sizi de benimle beraber götürebilsem bazı büyüklerin sizden öğrenmesi gereken çok şey var. Kültürümüzde büyük sözü dinlemek çok önemli bir yere sahiptir ancak bazen küçüklerin sözleri de dinlenmelidir. Ne demiş atalar? ‘ Akıl yaşta değil baştadır.’ Yazıyı önce kendim okudum ardından sesli sesli çadırdakilere okumaya başladım. Aynı şu şekilde başlıyordu.

“Doğunun kurt üstünde savaşan cesur savaşçılarına!

Ben Tenebris büyücüsü Sonya. Atlantis prensesi Elenor’u bize verdiğiniz taktirde sizlerle barış antlaşması imzalamayı teklif ediyor ve sizlerle savaşılmayacağını bildiriyorum. Kararınızı  üç gün sonra gün batmadan Tenebris kalesine bir kartalla göndermenizi istiyorum aksi halde barış teklifinin geçersiz olacaktır. ”

Bu büyücü kadın prensese niye bu kadar takmıştı ki? Anlayamıyordum doğrusu. Acaba oğlu vardı da onla mı evlendirecekti? Yoksa güzelliğini kıskanıp peri masallarındaki gibi lanetleyecek miydi? Ne bileyim ben ya? Yine de hemen karar vermememiz gerektiğini düşünüyordum.

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now