Yirmi Sekizinci Bölüm

74 49 18
                                    


Olcay hışırdayan çalıların sesiyle susmuş etrafına bakmıştı. Çalıların arkasındaki iki genç fark edildiklerini anlayınca gerilmişlerdi. Olcay'ın yanındaki Fatih'i ilk kez görüyorlardı. Fatih ikisininde orada olduğunu farketmiş ancak bir şey söylememişti. Sonra cebinden bir fotoğraf çıkarttı ve Olcay'a verdi. İki genç bu kağıt parçasının ne olduğunu anlamamışlardı ama Olcay çok iyi biliyordu. Boynundaki kolyeyi çıkartıp ağlamaya başlamıştı. Gençler Olcay'ın ağlamasına önce anlam veremesede sonrasında söylediği sözcükleri daha önce de söylediğini hatırlamışlardı.

"Anne. Baba. Baş belası."

Olcay ağlıyor yanındaki adamsa sadece onu izliyordu. Gençler adamın düşman olamayacağını düşünüyordu ama içlerinden birisini bir şey rahatsız etmişti. Ne olduğunu anlayamadığı hisle Olcay ve yanındaki adamı izlemeye devam ederken daha önce gördüğünü anımsadığı bir şey oldu. Kara bir delik açılmıştı. Olcay hiç düşünmeden elindeki fotoğrafa son kez bakıp portala girdi ancak yanındaki adam biraz bekledi ve etrafa baktı. Sonra içten bir gülümsemeyle iki gencin arkasına saklandığı çalılığa baktı.

"Çakır, Karaca. Neden saklanıyorsunuz?"

Gençler şaşırmıştı. İlk defa gördükleri bu adamın isimlerini nasıl bildiğini anlamamışlardı. Gençlerden biri bu adamı çok iyi tanıyormuş gibi hissediyordu ancak daha önce görmediğine emindi. Yavaşça saklandıkları yerden çıkıp yabancı adama doğru ilerlediler. Bilmedikleri bir şey vardı. Bu genç adam onları çok iyi tanıyordu. Hatta kendilerinden bile iyi.

OLCAY

Gördüğüm manzara karşısında dehşete düşmüştüm. Mısır Piramitleri'nin yerinde yeller esiyordu. Bekleyin bu daha ne ki?! Eyfel Kulesi... Yok olmuştu! Daha onun şokunu atlatamadan kendimi Çin'de bulmuştum. Çin Seddi'nden eser yoktu. Ayasofya, Titüs Tüneli, Beşikli Mağara, Efes Antik Kenti... Hepsi yok olmuştu. Daha doğrusu hiç var olmamışlardı. Hep dizilerde gördüğüm İstanbul Boğazı'ının tam karşısında bir banka oturup uzun uzun boğazı izledim. Deniz kokusu... Nasılda özlemişim.
Akdeniz'i seyretmeye alışmışken şimdi karşımda Marmara vardı. Sadece Türkiye'ye komşu olan tek deniz. O, uğrunda nice savaşlar verilen iki boğazı birbirine bağlayan denizdi.

Ne olmuştu da her şey değişmişti? Ben geçmiştekilerle aynı seçimleri yapmıştım. Öyleyse diğerleri mi değiştirmişti?

Ama öyle olsa Fatih neden seni buraya göndersin? Tanışmanı istediği kişi kim?

Haklısın... Onu bulmalıyım fakat daha nasıl göründüğünü bile bilmiyorum.

Kendi kendime konuşurken etrafta kimsenin kalmadığını fark ettim. Yine yalnızlığımla baş başa kalmıştım. Yine de bu yalnızlığım çok uzun sürmemişti. Benim yaşlarımda görünen bir kız boğazın dibine kadar gitmiş elindeki telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Çok tehlikeliydi eğer bir adım daha atarsa denize düşecekti.

"Pardon bakar mısınız?"

Sesimi duymasıyla bana doğru döndü. Neden bu kadar tanıdık geliyordu ki böyle? Upuzun dalgalı siyah saçlar, gökyüzü mavisi gözler hafif kemerli bir burun, küçük kulaklar... Sanki daha önce görmüş gibiyim.

"Buyurun bir şey mi isteyecektiniz?"

"Ah şey evet. Ben kayboldum da. İstanbul'a ilk defa geliyorum ve şarjım bitti acaba havaalanına gidecek bir taksi bulmama yardım edebilir misiniz?"

Sakince yüzüme baktı. Doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyor olmalıydı.

"Üzerinde okul forması varken mi geldin buraya? Üstelik valizin ya da çantan da yok. Ayakkabıların ise ilk baharda olmamıza rağmen bot."

Ah ayvayı yedik.

"Şey aslında söylediklerimin çoğu doğru ama size seslenme sebebim havaalanına gidebilmek değildi. Boğaza düşmenizden korkmuştum. Çok dalgın görünüyordunuz."

Kız aynı dalgın gözlerle boğaza baktı ve hiç beklemediğim ani bir hareketle suya atladı. İyi de yüzemem ki ben! Aptallık ettiğimi bilsemde denize atladım nasıl olsa Fatih kurtarır diye düşünüyordum. Denizin dibine doğru düşen kızın cebinde bir şey parlamaya başlamıştı. Ona ulaşabildiğimde ikimizi de yukarı çıkarmaya çabaladım ama nafile. Boğulmak üzereyken parlayan cisimi kızın cebinden çıkarttım. Bu şey... Bir köstekli saatti! Köstekli saat elime almamla çalışmıştı. Şimdi bir dakika içinde bir portal açılacaktı...

Açılmalıydı...

Açılmak zorundaydı!

Nitekim açıldı da gecenin karanlığında nerede olduğumuzu bilmiyordum yanımdaki kız ise baygındı. Bir nehir ya da gölün içinde olmalıydık çünkü su tuzlu değildi. Zar zor sudan çıkıp kendimi yere attım. Sonrasında gözlerim kapandı. Uyandığımda ormana dönmüştüm. Böyle saçma şeyler neden benim başıma geliyor? Ah cidden bilmiyorum! Kaç saattir yoktum acaba hava karanlıktı güneş yeni mi batmıştı yoksa güneş yakında doğacak mıydı?
Tanışmam gereken kişi o kız mıydı?
Yine cevapsız sorular ve ben.
Çadırıma dönüp uyumak istiyordum ama alev kelebekleri beni Gölge'ye götürdüler. Karanlığın içinde gölgeyi zar zor görmüştüm yanında da bir karartı vardı. Gölge ile konuşuyordu.

"Seni de mi uyku tutmadı Gölge? Sen demi onun geri dönmesini bekliyorsun? Çakır iki gündür uyuyamıyor. Herkes onun vereceği kararı bekliyor ama o yine ortadan kayboldu. Sahi ya geri dönmez ise ne olacak? Yok yok döner. O adamda dönecek dedi."

"Seni benden daha çok seviyor."

"Ne?"

"Seni benden daha çok seviyor diyorum baksana ne kadar mutlu."

" Kimsi- Olcay? Ne zaman döndün? "

"Az önce. Ne yapıyorsun burada Karaca?"

"Uykum kaçtı ben de Gölge'nin yanına geldim."

Gölge'nin yanına yaklaşıp başını okşadım. Simsiyah yeleleri rüzgarla hareket ediyordu. Masmavi gözleriyle bana bakıyordu. Boğaz'a atlayan kızı hatırladım birden. O da siyah saçlı, mavi gözlüydü. Neden intihar etmeye çalışmıştı ki?

"Pişt Bay Yakışıklı küçük bir gezintiye çıkmaya ne dersin?"

Sanki beni anlıyormuş gibi kişnedi. Kocaman bir gülümsemeyle sırtına bindim. Gölge kişneyip şaha kalktıktan sonra Karaca'ya döndüm.

"At sürdükten sonra kılıç antremanı mı yapsak usta?"

"Kılıcın nerede?"

"Doğru ya benim kılıcım nerede?!"

İnanamıyorum sana Oli! Nasıl fark edemedin?

Neyi ya?

Kıyafetlerini!

Yırtılmış mı?!

Hayır ileri zekalı! Portaldan geçtikten sonra değiştiler ya!

Doğru! Üzerimde okul forması vardı. Şimdiyse portaldan geçmeden önce giydiğim kıyafetler var. İyi de kılıcım da üstümdeydi.

"Bunu mu arıyorsun?"

"Yine ne var Fatih? Kılıcım niye sende?"

"Abi."

"Hay senin abini... tövbe tövbe! Tövbe tövbe!"

"Olcay."

"Efendim."

...

"Ne oldu söylesene?"

"Onu kurtardığın için teşekkürler."

Fatih'in- pardon Fatin abinin gözlerinde tarifsiz bir acı vardı. Gözleri dolu doluydu.Onu ilk defa böyle bir ifadeyle görmüştüm.

Fatih beni onu kurtarmam için mi göndermişti?

Kimdi bu kız?

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now