Otuz Sekizinci Bölüm

80 50 30
                                    

TENEBRİS KALESİ

Areas'ın keyfine diyecek yoktu. İnsanların çok çabuk kandırıldığını biliyordu özellikle de insan kadınların.  Sadece bir aptal halkını katletmiş bir zalime inanabilirdi. Aşk?  Sevgi? Bunlar kan emenlere özgü duygular değillerdi. İnsanlar sevginin kalpten geldiğini söylerlerdi. Kan emenlerin kalpleri yoktu. Yerinde kocaman siyah bir boşluk vardı. Yine de güçlü bir insan kadın tanımıştı safkan vampir. Gözlerinde o ışığı görmüştü ve o ışığı söndürmek istiyordu. O ışın sönüp yerini acının ve çaresizliğin doldurmasını istiyordu ve bu olduğunda zevkle o gözlerin sönüşünü, yıkılışını izleyecekti. İnsanların yerleşim yerleri ile Tenebris Kalesi arasında atla gelseler bile  en az iki günlük yol vardı. Kan emenler rahattı nasıl olsa insanlar onlara göre güçsüz birer böcekti. Kolayca yok edilebilirlerdi. Areas,  büyücü prensesi bulmak için elçi gönderdiğinde prensesi geri göndermeyeceklerinden adı kadar emindi. Olcay aptal değildi ve onlara inanmamıştı. Nigreos’un gizli odasındaki karşılaşmalarını düşünüp sırıttı. Genç kızın kolunda şaheseri olarak kalan yara izi bir dövmeyle örtülmüştü. Neden kelebek diye düşündü Areas. Kelebek zarif ve narin bir canlıyken Olcay öyle biri değildi. Belki de özel bir anlamı yoktur diye düşündü ama bu konuda canını sıkan bir şeyler vardı. O kelebeğin sadece bir resimden ibaret olmasını umdu. O tablodan geçtiği zaman defalarca tabloyu kontrol etmişti ancak hiçbir şey olmamıştı. Ne tabloya girebilmiş ne de Olcay geri dönmüştü. En sonunda tabloyu parçalamıştı. Bunu daha önce yapmadığına pişman olsa da Nigreos için yapmamıştı. Kardeşte olsalar karşı karşıya kalırlarsa Nigreos, Areas’ın gözünün yaşına bakmazdı. Bakışlarını tekrar gökyüzüne çevirdi. Bu gece gizlice insanlara pusu kuracaktı. Bir lideri öldürmüştü üstelik bu lider insan liderlerinin en güçlüsüydü. Onu hallettikten sonra diğerlerini halletmek çok da zor değildi. Biraz dinlenmesi gerektiğini düşünüp gözlerini kapattı.

Büyücü Sonya hiç olmadığı kadar öfkeliydi. Daha bir kaç dakika önce avcunun içinde olan prenses aniden ortadan kaybolmuştu. Sanki yer yarılmıştı da içine girmişti. Odasının içinde bir oraya bir buraya volta atarken kapısı çalındı. Emir vermesiyle gelen kişiye döndü. İki safkan kadın karşısında duruyordu. Gözleri hiçte iyi şeyler olmadığının habercisiydi. Kuşkuyla büyücüye bakıyorlardı. Sonya iki kadını süzmeyi bitirip onlara oturmaları için yer gösterdi bu iki kadını daha da tedirgin etmişti. Birbirlerine bakıp birinin söze girmesini bekliyorlardı. En sonunda Natalia pes edip derin bir nefes verdi.

“Kötü haberlerim var Sonya. ”

“Zaten bu ziyaretiniz başka hiçbir şeyle açıklanamaz. Sizi bu kadar huzursuz eden kötü haber nedir? ”

İki kız kardeş tekrar birbirlerine baktılar. Bu sefer konuşan Puella oldu. Zarif yüzündeki beyaz kaşları çatılmış alnı kırışmıştı.

“Günlük... Günlük kaybolmuş Sonya. Sanki sırra kadem basmış gibi. Onu hiçbir yerde hissedemiyoruz. ”

Düşünceli bir tavırla masadaki  gümüş kadehi eline aldı. Parmağını kadehin ağzında gezdirirken sordu.

“Hangi günlükten bahsediyorsunuz Puella? ”

“Son Agartha üstadından aldığımız Göğün Çocukları’na ait olan günlükten bahsediyoruz. ”

Büyücü bu önemsiz bir konuymuş gibi omuz silkti. Elindeki kadehi bırakıp pencerenin önüne doğru yürüdü.

“Boşuna endişeleniyorsunuz. O günlüğü ben bile okuyamamışken kimse     okuyamaz. ”

“Yine de içinde ne olduğunu bilmiyoruz Sonya. Ya bizim için tehlikeli bir şey  ise?”

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now