Altıncı Bölüm

214 66 41
                                    

Gözlerinden alevler çıkıyormuş gibi hissediyordu. Başında birinin konuştuğunu duyuyordu ama anlayamıyordu. Anlasa da cevap vermeye gücü yoktu. Kuzgun ve Profesör hânın çadırına gelmişlerdi. Börü Hân eliyle Kuzgun'a dışarı çıkmasını işaret etti. Profesör temkinli bir şekilde sorulacak soruyu bekliyordu. Karşısındaki kişi bir hândı dikkatli olmalıydı. Börü Hân yavaşça kafasını kaldırıp Profesör'ü süzdü.

"Nereden gelirsin, kimlerdensin ihtiyar?"

"Denizin ötesinden, çok uzaklardan."

"Demek denizin ötesinden gelirsin. Bu kadar uzaktan neden buralara kadar geldin? "

"Deniz köpürdü ve dev gibi dalgalar adamızı yerle bir etti. Torunum ve birkaç çocuğu kurtardım ama hiçbiri buraya kadar ulaşamadı. Torunumda şimdi şi- otacının çadırında. İşitemez ve konuşamaz."

"Adanız batıp da buraya geldiniz yani."

Börü Han sağ eliyle sıvazladığı sakallarını bırakıp çadırın içindeki muhafızlara çıkmalarını işaret etti. Karşısındaki adam doğru söylüyorsa diye içinde küçük bir umut belirdi.

"Mu'yu, bilir misin ihtiyar?"

"Bildiğimiz kayıp efsanevi kıta Mu Kıtasından mı bahsediyorsunuz?"

Börü Hân dediklerinin yarısını anladığı Profesör'e baktı. Mu'nun ne olduğunu biliyordu. Sonra ayağa kalktı.

"Benimle gel ihtiyar. Sana göstereceğim bir şey var."

Börü Hân, Profesör'ü gizli bir tünelden geçirerek büyük bir mağaraya götürdü. İçerisi karanlık olmasına rağmen duvarlarda birşeyler parlıyordu.Duvara yaklaşınca parlayanların yazılar olduğunu gördü. İlk başta latin harfleri sandı ama yazılarda noktalı harflerde vardı. Yüzünde bir gülümseme oluştu. Yazılar şifreliydi ama yazan kişinin adı yazıyordu.

"İhtiyar sen bu şekilleri anlarsın öyle değil mi? Bunlar yüzyıllar önce Mu'dan gelen kandaşlarımızdan geriye kalanlar."

"Şuan için anlayamıyorum çünkü şifreyle yazılmış....Ama onları anlayabilecek birini tanıyorum. Onunda bunları görmesi gerekiyor. Demek başkaları da geldi, belki deri dönmenin yolunu bile bulmuş olabilirler."

"Ne dersin? O diye kimden bahsedersin?"

"Torunum Olcay'dan."

Profesör ormanda yürüdükleri zaman boyunca Olcay'ı sadece hayali hakkında konuşturabilmişti. Tek kelime bile söylemeyen Olcay, bu konuda gözleri parlayarak konuşmuştu. Olcay'ın hayali epigrafist*olmaktı.

* * *Yürümekten iyice yorulmuşlardı ama şimdi arkalarına bile bakmadan kaçıyorlardı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


* * *
Yürümekten iyice yorulmuşlardı ama şimdi arkalarına bile bakmadan kaçıyorlardı. Duydukları hışırtıyı çıkartan iki kurttu. Biri boz diğeri kara olan bu iki kurt dev gibiydi.

"Allahım yardım et. Neden böyle ölmek zorundayım? Niye ya, neden? Daha iki hafta önce onsekiz oldum. Hayallerim var ailemle bile vedalaşamadım. Tamam her insan birgün ölecek ama ben neden bunlarla beraber ölmek zorundayım? Acısız, sessiz uykumda ölmek varken şimdi kurtlar tarafından parçalanacağım kimin aklına gelirdi?"

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now