Dokuzuncu Bölüm

157 59 38
                                    

OLCAY

Nihayet içeriye giren kişinin kim olduğunu görebildiğimde derin bir nefes verip rahatladım. Profesör gelmişti ve yüzünde hiçte dost canlısı gibi görünmeyen bir ifade vardı.

"Siz miydiniz Profesör?

" Neredeydin? "

"Bana söyladiğiniz mağaraya gittim. Neden, bir şey mi oldu?"

"Dikkat et her yerde bizi izliyorlar. Karaca seni ormandayken görmüş. Biraz nefeslenmek için etrafta dolaşıyordur dedim ama inandıklarını sanmam.Bir şeyler okuyabildin mi bu arada. "

"Bende tam onu söyleyecektim. Burada kağıt, kalem yoktur herhalde değil mi?"

Profesör gülümsedi.Bence şuanda gülümsemenin zamanı değildi ama sesimi çıkarmadım.

"Hadi takip et beni."

Etrafı süzerek ilerlesemde hiçbir şey göremiyordum.
Hepsi LGS'nin suçuydu. O kadar çalışmıştım ki bunun yüzünden gözlerim mahvolmuştu.
Kitap okumam bile yasaklanmıştı. Koskoca bir senede sadece bir kitap okuyabilmiştim o da yarıyıl tatilinde ziyaret ettiğim halamın sıkıldığımı fark edip okumam için verdiği bir romandı ama bir gün içinde bitmişti. Acaba burada hiç kitap var mıydı? Saçmalama istersen Olcay, daha kağıt kalem bile icat edilmedi. Dur bir dakika ya, yazı milattan önce 3500'lü yıllarda icat edilmedi mi? O zaman kağıt kalem vardır. Hem de kitaplar da.

"Profesör sizce tam olarak hangi yüzyıldayız?"

"Kesin bir şey diyemem ama miladın öncesinde olduğumuz kesin. İşte geldik. Konuşmamaya dikkat et. Sadece duyabildiğini biliyorlar ama konuşabildiğini bilmiyorlar... Geldiğimizi haber ver genç adam."

İçeri girdiğimizde tarih dizilerinden fırlamış bir görüntüyle karşılaştım. Tam karşımızda Börü Han oturuyor sağ ve sol taraflarına ise bir grup insan dizilmişti. Ve ben tek kelimeyle kıyafetlerimle göze battığımı düşünüyordum. İçlerinden biri söze başladı.

"İhtiyar, torunun kız olduğunu duymuştum öyleyse yanındaki kimdir?"

Hah! Ne diyorsun be?! Kısa saçlı kız olamaz mı sakal yumağı!

"O zaten bir kız. Kaçarken yangında saçları yanınca kestim."

"Ben yanık izi görmüyorum"

Bak sen kaşınıyorsun ha! Sakin ol Olcay, derin nefes al kızım. İşte böyle nefes al nefes ver. Yok böyle sakin duramadım tabiki ve konuşan adama doğru yürümeye başladım. Çadırın içinde bir kıpırdanma olmuştu adamın tam karşısına dikilip yumruk yaptığım sağ elimi ani bir refleksle yüzüne götürdüm. İrkilip geriledi. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Yanından gülme sesleri gelince oraya baktım benim yaşlarımda görünen genç çocuk gülerek konuşmaya başladı.

"Ne o yerinden sıçradın İlbay. Küçük bir kızdan mı korktun?"

"Korkmak kim ben kim Çakır teginim sadece ne yapmaya çalıştığını anlamadım."

"Elindeki yanık izini gösterdi. Hani merak etmiştin ya."

Gülmesi biraz sinir bozucuydu ama içimin yağları eridi. Yinede sakal yumağının yerinde olsaydım adının Çakır olduğunu öğrendiğim çocuğa sağlam bir yumruk geçirirdim.-Tâbi yapardın Olcay, sen salak mısın adam teginmiş hani Osmanlı zamanındaki şehzade, dış ülkelerde prens olarak bilinen kişi. Yapsaydın da idam edilseydin.- İdam cezası biraz fazla sanki değil mi? Çakır denen teginden sonra Börü Han gülmeye başlamıştı. Bence bunda komik bir şey yoktu. Sevgi dolu sesiyle konuşmaya başlayınca aklıma babam geldi çok özlemiştim. Şimdi beraber basketbol oynamak için neleri vermezdim.

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now