Yedinci Bölüm

202 62 30
                                    

Olcay uyanalı çok olmamıştı. Profesör ise çadırın bir köşesinde derin düşüncelere dalmış bir halde elindeki kutuyu inceliyordu. Olcay'ın uyandığını bile fark etmemişti. İki gündür baygın bir şekilde uyuyordu ateşi ise düşmüş başının ağrısı biraz hafiflemişti ama hâlâ boğazı ağrıyordu.'Sanki zehir içmişim gibi çok acı bir tat' diye düşündü. Tam Profesör'e seslenecekti ki bir kadın içeri girdi. Önce sol eliyle ateşine baktı sonra sağ elindeki bardağı ağzına yaklaştırdığı sırada Olcay'ın geriye çekilmesiyle irkildi. Korkmuş gözlerle kadına bakıyordu. Sonra bakışlarını indirip düşüncelere daldı. Profesör'ün döylediklerini hatırladı rol yapması gerekiyordu ama kafasının içinde bir sürü soru vardı.
'Neredeyim ben? Kim bu kadın, bana ne içirmeye çalışıyor?' Kafasının karışıklığını gidermek için Profesör'e baktığı sırada içeri orta yaşlı bir adam girdi.

"Otacı sen çık. Benim ihtiyarla konuşacaklarım var."

Kadın başıyla selam verip çıktı. Net göremiyordu ilk defa gözlüğünün eksikliğini hissetmişti. Her yer bulanıktı. Sonra Profesör konuşmaya başladı.

"Rahat ol kızım, konuşabilirsin. Bu kişi bize yardım edecek tekrar geri dönmemiz mümkün olabilir. Burası muhtemelen binlerce yıl önceki bir Türk Boyu ve bu kişide yöneticileri Börü Hân."

Profesör ismiyle seslenmemişti. Demek ki hâlâ torunuymuşum gibi davranmam gerekiyor diye düşündü. Karşısındaki adam yanına yaklaşmış ve kendisine bakıyordu. Sanki konuşmasını bekliyormuş gibi bir hali vardı. Aklından'Ne yani şimdi binlerce yıl öncesinde miyim?'Kaşlarını çatmıştı asık yüzünü gören Profesör onu bu zor durumdan kurtarıp olanları kısaca anlattı.

Olcay:
" Yani yazıları incelememi istiyorsunuz ama onları incelerken konuşabildiğimi diğer herkesten saklamam gerekiyor öyle mi? Doğru mu anladım? "

Profesör:
"Evet öyle."

Olcay:
"İyi de neden? Mâdem iki gün sonra ortaya çıkacaktı niye yalan söyledik? Hadi yalan söyledik diyelim tamam, şimdi neden ona güvenip gerçeği söylüyorsunuz? Anlam veremeyen tek kişi ben miyim, sorun bende mi Profesör? Nerede olduğumuz kesin değil, hangi zamanda olduğumuz muamma. Belkide sizi tuzağa düşürmeye çalışıyorlar.Hem o yazıları bizim gibilerin yazdığı kesin değil,neden bir şeyler size de şüpheli gelmiyor ?Söyledikleriniz tezatlık oluşturuyor ve bu da beni kafamın içindeki sorularıma cevap aramaya itiyor.Sadece evime gitmek istiyorum''

Son söylediklerinde sesi iyice kısılmış gözleri dolmuştu.Şimdi kim bilir annesi nasıl endişelenmişti?Gözünden düşen yaşı elinin tersiyle sildi.

Börü Han konuştuklarının çoğunu anlamadığı kıza baktı.Ağlıyordu ve öfkeli gözlerle ihtiyara bakıyordu ama ihtiyar gözlerini yere dikmiş konuşmuyordu.Sonra konuşmaya başlayanın kendisi olmasının iyi olacağını düşündü.

''Bu konuştuğun Mu'nun dili midir?''

" Evet öyledir hânım. Dediğim gibi ailesini gözünün önünde öldürdüler hâlâ tesirinden kurtulamadı. Ben sakinleştirip tekrar konuşurum onunla siz merak etmeyin. "

Profesör çadırdan çıkan Börü Hân'a baktı. Hızlı soluk alıp verme sesleri duyunca başını çevirdi. Olcay öksürmeye başlamıştı. Çadırın dışına çıkıp otacı kadını aradı. Ne olduğunu söyleyince otacı hızla çadıra girdi. Bir kaç otu karıştırıp yaktı. Tütsü gibi bir şeydi. Olcay kokusunu alınca sakinleşti. Profesör'se onları yalnız bırakıp kafasındaki sorularla derin düşüncelere dalmış bir şekilde dışarı çıktı.Aslında nedenini bilmediği bir şekilde o yazıların kendilerini geri gönderebileceğine inanıyordu.Düşünceleriyle beraber meydandaki ateşin yanına oturdu. Neşeyle koşturan küçük çocuklar ellerindeki tahta kılıçlarıyla oyun oynuyorlardı.Küçük büyük herkesin yüzü gülüyordu bu sebeple kendisinin yüzünde de bir tebessüm belirdi. Dedikleri gibi gerçekten de gülümseme bulaşıcıydı. Obanın ormanlık tarafında duran üç kişi ise yüzleri asık bir şekilde Profesör'e bakıyordu.bunlar Göktuğ Kuzgun ve Karaca idi. Göktuğ bu iki yabancıya hiç güvenmiyordu. Birden bire ortaya çıkmaları yetmiyormuş gibi babası ve Ulu Bilge de onlarla ilgileniyordu. Sebebini anlayamıyordu koskoca hân neden ihtiyar bir adamın sözlerine güveniyordu?Bu adama ne zaman baksa içi ürperiyordu günlerdir hasta yatan kızı hiç söylemiyordu bile. Başlarına dert açacaklarını hissediyordu. Yanındaki dostlarına döndü: '' "Kuzgun, Karaca gözleriniz üzerlerinde olsun.Ne yapacakları belli olmaz.'' İkisi de verilen emri başlarıyla onayladılar.Gökte kartallar uçuyordu. Karaca başını otacının çadırına çevirince Olcay'ı gördü .Ormana doğru yürüyordu.

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now