On Birinci Bölüm

145 54 24
                                    

OLCAY

Adım Olcay. Olcay Yılmaz. 17 yaşında sıradan bir lise öğrencisiyim yani bir ay öncesine kadar öyleydim. Hayatımdan şikayetçi değildim. Hayatım, okulum, alilem, arkadaşlarım... Galiba mutlu bir yaşantım vardı. Hayallerim o kadar fazlaydı ki onda birini gerçekleştirmeye bile bir insan ömrü yetmezdi ama olsun sonuçta hâlâ gençtim ve belkide önümde uzun yıllar vardı. Önce arkeoloji okuyacaktım yazıt bilimci olmak istiyordum sonra Mısır'a gidecektim. Lisans, yüksek lisans, doktora, ikinci bilemedin üçüncü ve dördüncü üniversteyi okuyacaktım. Beş dil öğrenecektim. Dünya'ya adını duyuracak bir kaşif olucaktım. Birkaç saniye öncesine kadar asla vazgeçmediğim hayallerim bunlardı. Filmlerde ve kitaplarda klişe bir söz vardır:
''Ölmek için çok gencim."
Ölüm de zaten gençsin diye sana dokunmayacaktı. En nefret ettiğim replik şuan aklımda yankılanıp duruyordu. Hayır ölmek için çok genç değildim sadece hayallerime ulaşamadan ölecek kadar acınasıydım. Boynumdaki kılıç yavaşça tenime değmeye başlayınca korkudan nefesim kesilmişti. Sesli bir şekilde yutkundum konuşmak için dudaklarımı araladım ama konuşabilecek durumda değildim. Boğazım ağrıyordu. Soğuk mağarada saatlerce ateş olmadan oturursan olacağı bu Olcay. Börü Han konuşmadan ve bir şey yapmadan vereceğim tepkiyi bekliyordu. Afedersiniz ama birisi burada ölüyor bir yardım eli uzatsanız diyorum. Şuan beni boynumdaki kılıçtan kurtarabilecek üç kişi vardı ama zaten emri veren bunlardan biriydi. Tegin megin demeden ağzının üzerine bir yumruk geçiricektim ve ne olursa olsun yapacaktım. İkinci kişi zaten benim tepkimi ölçmeye çalışıyordu ondan da hayır gelmezdi. Üçüncüsü ise Ulu Bilge'ydi.

"Ihı ıhı. Şey şunu çeker misin artık? Ulu Bilge ve Hân'ım anlatığım şeylerin devamını duymak isteyeceğinizi düşünüyorum çünkü onları size söyleyebilecek ve dünyayı kurtarabilecek tek kişi benim bu sizde çok iyi biliyorsunuz. Haaa eğer dünyanın yok olması umrunuzda değilse orası ayrı mesele. Bu kimse istemez değil mi?"

Ben konuştukça boynumdaki kolye parlıyordu. Ulu Bilge'nin gözleri fal taşı açılmış ardından göz bebeği kaybolmuştu.

"Euzubillahimineşşeytanirracim... Allah'ım sen koru. "

Yerden çıkan kan rengi yılanlara korkuyla bakarken resmen çığlık atmıştım.Bildiğim bütün duaları,sureleri peşpeşe okuyordum. Galiba birazdan arkamdan da bir zombi çıksa şarırmayacak durumdaydım. Ulu Bilge yılanlara bir şeyler fısıldayınca geldikleri yere geri dönmüşlerdi.

"Çadırın girişindeki muhafızlara içeri kimseyi almamalarını söyleyin. Hân'ım mağaraya gitmeliyiz. Kızın boynundaki kolyeyi size bahsettiğim rüyada görmüştüm. Parçalara ayrılan gerdanlığın bir parçası. Şimdi diğer kutsal eşyaları almalıyız."

"Dur hacı amca sen ne zamandan beri Türkçe konuşuyorsun? Hayır yani madem düzgün konuşuyordun niye ben yarım saat sizin konuşmalarınızı anlamaya çalıştım baştan böyle konuşsaydın ya!"

Sinirle Ulu Bilge'ye bakarken kolye yine parlamaya başlamıştı. Eliyle kolyeyi işaret etmişti.

"Hadi canım yok artık

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


"Hadi canım yok artık. Şimdi bu google çeviri mi oldu yani? Yok o iyi çeviremiyor o zaman kesin... Acaba farklı dille konuşsam düzgün çevirir mi? Hello.
Anladınız mı?"

Anlamamışlardı. Ben de bunu fırsat bilip mağaraya giderken Profesör'e her şeyi İngilizce anlatmaya çalışıyordum.

"I found Professor. We will turn to Turkey.... Ben bir aptalım."
Niye kendime eziyet çektiriyordum ki kolyeyi takmazsam beni anlamıyorlardı.

"Geri dönmenin yolunu öğrendim. Bizden öncekiler bir köstekli saatle geri dönmüşler anladığım kadarıyla. Bence o saat zaman makinası olabilir Profesör. Tek yapmam gereken onu bulmak nerede olduğunu öğrendim. Yalız sorun şu ki şuan o vampirleri uyandıran cadı mıdır büyücü müdür neyse onun elinde."

Yürümeye devam ederken alıma gelen şeyle durmuşmuştum az kalsın en önemli şeyi unutacaktım. Onu da hallettikten sonra Çakır'la konuşmalıydım yüzü asıktı ve galiba bana kırılmıştı. Sarı kafaysa olanlara anlam vermeye çalışıyordu,Kuzgun tuhaf bir şekilde gayet sakindi Karaca denen pislikte eli kılıcında hazırda bekliyordu. Durduğumu bir kaç adım sonra fark edip arkasına dönen Profesör'e baktım. Derin bir nefes verip konuşmaya başladım.

"Profesör... Bir oğlunuz olduğunu söylemiştiniz... Acaba oğlunuzun adı Fatih miydi?"

"Evet ama sen nasıl...?"

"Yazıları yazan kişinin adı. Zaman makinesinden ve portallardan bahsediyordu. Yazılar iki bölümden oluşuyor: Buga Kağan'ın yazdıkları ve Fatih'in yazdıkları."

Nihayet kendimi en rahat hissettiğim yere gelebilmiştik. Profesör'le konuştuktan sonra kolyeyi tekrar takmaya başlamıştım.Mürekkep yapmaya çaluştığım için bir köşeye kömür yığmıştım. Suyla beraber ezip gerçek mürekkepmiş gibi görünmesini sağladıktan sonra hokkaya dolduruyordum.Yere savrulmuş fırçalara elimi dâhi sürmemiştim.Normalde düzenli biriyimdir ama çalışırjen biraz dağınığım. Etrafa savrulmuş eşyalarımı aceleyle bir kenara topladım.

"Kusura bakmayın biraz dağınık aceleyle şey yapınca... Her neyse, Ulu Bilge bence her iki tarafında çıkarlı çıkacağı bir anlalma yapabiliriz. Ne dersiniz?"

"Ne anlaşmasıymış bu?"

"Muhattabım sen değilsin Göktuğ. Üzerine vazife olmayan işlere dalmak hobin falan mı? Size bir tavsiye bundan devlet yönetecek adam olmaz. Daha dostla düşmanını bile ayırt edemiyor. Güvendiğin insanlara da dikkat et bir gün sırtından bıçaklamasınlar."

"Sakin ol Olcay ne bu hiddet ne bu celal?"

"Az önce beni öldürmeye çalıştığını ne çabuk unuttunuz Profesör? Haklısınız sakin olmalıyım. Ayağıma çakıl taşı değdi diye yolumu değiştirirsem kaya çıktığında ne yaparım? Neyse, anlaşma şu ben size istediğiniz o hazineleri vereyim sizde evimize dönmemize yardım edin. Gayet basit değil mi? Bu arada fark ettiniz mi bilmiyorum ama nedense kendim değilmişim gibi hissediyorum. Ben böyle şeyler söyleyecek biri değilim ayrıca bir tegine adıyla asla hitap edebilecek biri değilim. Neler oluyor Ulu Bilge? Sanki biri aklımdan geçen her şeyi konuşmamı sağlıyormuş gibi. "

Olcay konuştuğu sırada mağara duvarları yerinden oynamaya başlamış açılan tünelin sonunda gördükleri şey hepsini hayrete düşürmüştü.

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now