2. BÖLÜM: SONUN BAŞLANGICI

140 44 26
                                    

"Tüm krallık halkının dikkatine! Ebediyete göçen krallığımızın geleceği prensesin ölümü sebebiyle yeni bir varise ihtiyaç duyuluyor. Krallığın geleceğine sahip çıkabilecek bir varise ihtiyacımız var. Kral ve kraliçemizin artık çocuk sahibi olamayacağı için prenses ve prens seçmeleri yapılacak. Seçmeleri kazananlar ise bir kraliyet okulun da ders alacaklar. Eğitimin sonun da ise bir tane varis çıkacak. Kayıtlar için sarayın önün de adınızı yazdırabilirsiniz." dedi kalın ve cızırtılı anons sesi. Prenses ne yazık ki bir hastalığa yakalandıktan sonra bir daha hiç ayağa kalkamadı felç oldu. Her şey normal ilerlerken birden kötüleşti ve kaç şifacı baktıysa da nafile. Maalesef prensesimizi kurtaramadılar. "Prenses olur musun Izel?" dedi yanımdaki sarı saçlı kız. Ariel. "Ariel sen delirdin mi? Bence bir şifacıya görün." dedim gözlerimi devirip dedikleriyle alay eder şekil de konuşarak.

"Ah hadi ama Izel! Dövüş desen var, zeka desen var. Bütün bunlar da başarılı iken neden katılmayasın ki seçmelere" dedi beni kolumdan tutup durdurarak. Ciddi görünüyordu. Aslında dediği gibi babam ölmeden önce bana dövüş hususunda bir çok şeyi öğretmişti. Prenses olabilir miydim? "Bilmiyorum Ariel" dedim kendimden emin olmayarak. Çünkü eğer böyle bir işe kalkışacaksam ve prenses olursam bir çok yükümlülük binecekti üzerime. Öte yandan da prenses olabileceği fikri de kulağa pek hoş geliyordu. Hem orada da geçim sıkıntısı çekmezdim her şey bedava olabilirdi. "Izel! Sen de o ışık var ben sana inanıyorum." dedi umut dolu bakışları arasında tekrar yürümeye başlayıp. "Pekala Ariel, hem denemek bedava öyle değil mi?" dedim kıkırdayarak dirseğim ile koluna vurdum. 

Gittiğimiz istikametin tam tersine çevirmiştik yüzümüzü. Kayıt yapmaya gidiyordum. Belki bir prenses olur dünyaya hükmedebilirdim. Devran bu sefer benim için dönebilir miydi? Babamın ölümün de dönmemişti, annemin terk edişinde dönmemişti. Bu konu da açıkçası biraz ümitsizdim. Hayat tutunacağım her dalı kırdı. Tam köşeyi döndük diyorum ki yine bir çıkmazla karşı karşıya kalıyorum. Şimdi de hayatım tekdüze bir şekil de ilerlerken seçmelere kayıt olmuştum. Ama ne yapabilirdim ki kimyam da bu var, ruhum da bu var. Tek düze bir yaşam bana göre olmuyordu hiç. Kayıt sırası upuzundu ve sarayın balkonundan da varis adaylarını izleyen kral ve kraliçe oturuyordu tahtlarında.

Kuyudan çektiğim sularla ahşap evimin önüne gelmiştim. Kapıyı açmak için elimde ki su kovalarını yere bıraktım. Tahtadan kapımı iterek açarken her zaman duyduğum gıcırdama sesi kulaklarımı tırmaladı. "Sana da merhaba" dedim kendi kendime kapının gıcırtısına cevap niteliğinde. Evde tektim ama benim için bir avantajdı bu. Yaptığım çizimlerle doluydu ahşap duvarlarım. Yazları serin, kışları ılık oluyordu evim ahşap olduğu için. Bu da ısınmam için ekstra bir şeye ihtiyaç duymama engel oluyordu. Kış oldukça masrafsız geçiyordu yani. Mutfağım ve salonum iç içeydi. Mutfakta takılmayı da severdim çoğu zaman. Aklımı meşgul ediyordu. En azından annemin beni neden terk ettiğini düşünmeme mani oluyordu. Bu sıra da ben de kafamı dinleme vakti bulabiliyordum.

Mutfağa geçmiş kendime atıştırmalık bir sandviç hazırlayacaktım, domatesleri doğramaya başladım ki kapım çalındı. "Kim o?" dedim kulağımı tahta kapıma dayayarak. "Benim Izel, Ariel" dedi cıvıltılı ses. Kapı yine o aynı gıcırtıyla açıldı. Elinde koca bir tabak vardı. Üstü örtülüydü. Elinde ki tabakla mutfağıma girip masanın üzerine koydu. "Acıktığında yemen için annem gönderdi." dedi sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp masaya yaslanarak. "Teşekkür ederim" dedim tabağı da alıp salonuma geçerken. "Ne zaman seçmeler başlıyor?" dedi meraklı gözlerle. "Bilmiyorum, zamanı gelince mektup gelecekmiş" dedim ağzımda ki lokmayı yutmadan konuşarak. "Prenses olursan beni unutmazsın değil mi?" dedi gözleri dolmuş bir şekil de bana bakarak. Biliyordum böyle bir soru soracağını zaten geldiğinden beri bir şeyler düşündüğünü fark etmiştim. Sonunda söyledi.

"Tabi ki hayır!" dedim ellerini tutarak. Onu unutmam imkansızdı çünkü benim ilk ve tek arkadaşımdı, kardeşimdi. Bana mutlu ve ayrılacağımız için hüzünlü gözlerle bakarak sımsıkı sarıldı. Ondan ayrılacak olmam beni de çok üzüyordu ama yeni hayatıma girecek olmam bu üzüntüyü az da olsa hafifletiyordu. Prenses olursam bu demek oluyor ki gelecekte ki varisler benim soyumdan gelecekti. Bunun düşüncesi beni heyecanlandırmaya yeterken gerçekleşmesi çıldırtırdı. Bütün sevdiklerime ve hatta halka şatafatlı bir hayat yaşatacağım. Bu uğur da her şeyi yapacaktım. Bunun için de hiç kimsenin göz yaşına bakmayacağım. Bu zamana kadar içim de kötü insanlara olan kinimi kusacaktım. Bu uğur da can bile alabilirim.

"Yarın görüşürüz Izel" dedi kapıdan çıkarken o cıvıltılı sesi ve muzip gülümsemesiyle. "Yarın görüşürüz" dedim ona bakıp aynı muzip gülümsemeyle gülümserken. Ariel gittikten sonra yıldızlar gecenin karanlığını aydınlatmaya başlamıştı bile. Kafamı yastığıma koyduğum da bugün olanları düşündüm. Düşünceler arasında uykunun aldatıcı kolları arasına bıraktım kendimi.

Kapını sertçe açılıp ahşap duvarıma çarpıp sesin yankılanmasıyla sıçradım yattığım yerden. İki adam vardı karşım da yüzleri maskeli ve iri yapılı siyah giyimli adamlar. Bana bakıyorlardı. Bana doğru atılan adamın birinin elin de bir hançer diğerinde ise kılıç vardı. Bana saplamak için kaldırdığı elini elimle tutup çevirdim. Kemiğin kırılma sesleri dışarı kadar çıkmıştı. Acıyla haykıran adamın hançeri elinden düşürmesi bir oldu. Hançeri almak içi eğilirken ayağımla çelme taktım adama. Hançeri aldıktan sonra yerde acıyla yatan adamın boğazına dayadım hançeri. Tam çekecektim ki hançeri bir an olsun durakladım. Eğer öldürürsem katil mi olacaktım? Ama öldürmezsem de benim hayatım sona erecekti ve prenses olamayacaktım. Devran benim içi yine dönmeyecekti. Bu yola girdiğim de başarılı olmak için can bile alabileceğimi söylemiştim. Bu sefer kaderin hayatımı yönlendirip şekillendirmesine izin veremezdim.

Dayadığım hançeri tek hamleyle bağırarak çektim. Hançer kanın kızılıyla boyanmıştı artık. Yatağımın altına ne olur ne olmaz sakladığım kılıcımı alma fırsatı bulmuştum. Hızlı bir hareketle elimi yatağın altına sokarak kılıcımı bir çıngırtı ile çıkardım. Bu sefer adamın hamlesini beklemeden ben atıldım ileri doğru. Tüm gücümle kılıcını kaldıran adamın kılıcına vurdum. Çarpışan kılıçlar kulaklarım da derin bir yankı oluşturmuştu. Kılıçlarımız bir süre hava da asılı kaldı. Adamın suratına gülümseyerek dikkatini dağıttım. Adam neden güldüğümü anlamaya çalışırken kılıcımı kılıcından ayırarak karnının tam da ortasına bütün gücümle tekme attım. Geriye doğru savrulan adam öksürükler içinde karnını acıyla tutmuştu. Tam zamanı diyerek yine ileri atıldım ve bu sefer kılıcımı adamın tam da ortasından nişan alarak savurdum. Kılıcımı adama indirdiğim de adamı boydan boya ikiye bölmüştüm.

Gururla nefes nefese az önce öldürdüğüm adamlara bakarak güldüm. Kılıcımın kabza kısmını iyice sıkarak kılıcımı omzuma attım ve evim de histerik bir kahkaha attım. "Siz beni mi öldürecektiniz hıh" dedim cesetlere küçümser bakışlar atarken. Ben mutluluktan yerim de duramazken kılıcımın sertçe benden çekilip alındığını hissettim. Arkamı dönüp onun da işini bitirecektim ki başımda ki ağrıyla her yerin karaması bir oldu. Göz kapaklarım birbirine kavuşurken bir darbe aldığımı anlatmıştım. Yoksa devran benim için dönmeyecek miydi?


Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now