32.BÖLÜM: GELECEĞİN İMPARATORİÇESİ

14 4 3
                                    

Mağara dışarıya göre oldukça serindi. Nefes alırken bile burnumun içinin soğuduğunu hissedebiliyordum. Mağaranın içi tıpkı dışarıya yansıyan parıltı ile aynı renkleri bir sis eşliğinde bana sunuyordu.

Mağaranın içi ilerledikçe daha serin oluyor ve sanki nefes almamı zorlayan bir basınç oluşuyordu. Nedeni olmadan ışığın kaynağını takip ediyordum. Işık şiddetlendikçe doğru yolda olduğuma dair bir his beni ele geçiriyordu. Attığım her adımda kendimi biraz daha güvende ve ulaşılamaz hissediyordum.

Mağaranın çıkıntılı yüzeyine ellerimi sürterek ilerliyordum. Gözlerim bu yoğun ışık ve siste pek iyi göremiyordu ne yazık ki. Biraz daha ilerledikten sonra yoğun sis bulutu önümden çekilerek ortalığı görünür kılmıştı. Geriye sadece mağaraya girdiğimden beri izlediğim o parıltı kalmıştı. Parıltının güzü giderek arttığında istediğim yere yaklaştığımı anlamıştım.

Son dönemeci döndüğüm de karşımda gördüğüm şey beni kendine hayran bırakmakla kalmamış ayrıca korkutmuştu. Mektubu bana gönderen yaratık tam karşımdaydı. Gözleri kapalı ve oldukça dik duruyordu.

"Hoş geldin, İmparatoriçe Izel" söylediği ile şaşkına uğramıştım. Henüz varis olduğumu bile kabul etmeden imparatoriçe olduğumu söylemişti.

"Ben yalnızca bir varisim, Falorin krallığının varisiyim" dediğimde hala ne olduğunu anlamadığım yaratık tıslamaya benzer bir şekilde ses çıkardı. Sanırım gülmüştü çünkü dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı.

"Şu an değilsin. Ama dilek yüzüğü sen de ve sen bunu dileyebilirsin" kaşlarımı çattım. Benim yüzüğü bulma amacım halka ve bütün diyarı korumaya almaktı. İmparatoriçe olmak değil.

"Ben diyar için..." sözümü bitirmeden lafa girdi.

"Biliyorum. İşte sırf bu yüzden İmparatoriçe olmalısın. Halkı ve diyarın istikbalini düşündüğün için" dediğinde hayretle ağzım açık kalmıştı. Bir imparatoriçe olmak ya da olabilmek için sarf etmediğim bu kelimeler şu an beni diyarın en büyük unvanına taşıyordu. "İmparatoriçe olacaksın, Izel" dediğinde konuşmak için tam dudaklarımı aralamıştım ki tekrardan konuşmaya başladı.

"Şimdi gelelim asıl konuya" dedi ve benim olduğum zemine göre daha yüksek bir platform da duran vücudunu biraz hareketlendirdi. "Dilek yüzüğün kaybolmadı" dediğinde bozguna uğramıştım. Ne demek kaybolmamıştı? O halde neden şu an parmağımda olması gerekirken başka bir yerdeydi.

"Anlayamıyorum" dedim kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturarak.

"Yüzük ait olduğu yer de bu mağara da" dedi ve eli olduğunu düşündüğüm bir parçasını havaya kaldırdı. Elinin ortasından kırmızı ve sarı renklerde minik bir ışıltı beliriverdi. Merakla ne olduğunu izlerken avucunun ortasında ki ışıltı daha da büyüdü. Saniyeler içerisinde parıltının merkezinden tıpkı bir kardelen gibi ortaya çıkan yüzüğümü gördüm.

"Yüzüğüm" diye fısıldadım gözlerimi yüzükten bir saniye bile ayırmadan.

"Bu yüzüğü artık parmağında değil, vücudun da taşıyacaksın, Izel" dedi gözleri bir yüzüğe bir bana bakarken. Anlayamıyordum. Bu yaratığın dediği hiçbir şey şu lanet olası beynime girmiyordu. "Tıpkı ok ve yay gibi" dediğinde elim istemsizce köprücük kemiğime gitmişti. Ben ve Aesira dışında kimsenin bilmediği bu sembolleri nereden biliyordu?

"Nasıl olacak o?" dedim ve yaratığın yine tıslayarak gülmesine şahit olmuştum. Yaratık oldukça kendini beğenmiş bir şeye benziyordu. Ama bunun yanında çok bilgr bir sesi de vardı.

"Diyarın ve halkın istikbalini yüklenmeye hazır mısın..." dedi ve gözlerimin içine uzunca baktıktan sonra konuşmaya devam etti. "Hazır mısınız, İmparatoriçem?" dedi ve önümde eğilerek elini yüzüğün altından çekti. Yüzüğün yere çarpıp mağaranın duvarlarında yankılanmasını beklerken yüzük boşlukta asılı kaldı.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now