19.BÖLÜM: SARAYIN GİZEMİ

17 6 0
                                    

"Kaçmasına izin vermeyin, yakalayın" duyduğum ses ile birlikte adımlarımı hızlandırarak koridor da koşmaya başladım. Koridor o kadar uzundu ki sonuna geldiğim de nefesimi tüketmişti bile. Koridorun sol sapağına dönerek bulduğum ilk odanın içine girdim. Ve kapısını biraz açık bırakarak etrafı izlemeye başladım.

Dakikalar sonra cüsseleri sebebiyle ancak bana yetişen muhafızlar ellerini dizlerinde birleştirerek nefes almaya çalışıyorlardı. Kapının ardından beni duymamaları için neredeyse nefes almayı bile bırakacaktım.

"Yakalasak da nafile, o bir varis bizi küle çevirir" dedi aralarından daha zayıf çelimsiz olanı. Saçlarının oldukça seyrek olmasına karşın kolları oldukça kıllıydı. İnce bacakları ona göründüğünden daha çelimsiz ve uysal bir görüntü veriyordu. Ama gözlerim yüzünü iyice taradığında uysallığından eser kalmamıştı. Aç bir kargaya benziyordu.

"Eğer yakalamazsak da kraliçe bizi küle çevirecek, aptal" dedi diğer muhafız. Birkaç saniye boyunca etraflarına öylece bakınan iki muhafız kapıyı yavaşça kapatmak için çıkardığım gıcırtı ile dikkat kesildiler. İçimden kendime ne kadar sövsem de faydasızdı. Buradan çıkmak için bir şansım varken birazdan bu şansı yok etmiş olacaktım ve bu sarayın lanet olası zindanlarına tekrardan hapsolacaktım.

İçimden buraya girmeye çalışmamaları için dualar ederken kapıyı açtıkları takdirde kapının arkasında kalacağım bir pozisyona geçtim. Kendimi iyice duvara yasladım ve bedenim ile duvar bir oldu. Duvarın serinliği anlık olarak tüylerimi ürpertmiş olsa da saniyeler sonra bu serinliğe alışmıştım. Alnımda ki minik ecel terlerini elimin tersiyle silerek sessizce nefes almaya çalıştım. Ne zaman başımı belaya soksam nefesimi tutuyor kesilene kadar vermiyordum.

"Burada olabilir" muhafızın konuşması kapının kapalı olmasından dolayı boğuk gelse de anlamıştım. Burada olduğumu anlamışlar mıydı? Yoksa muhafız bu soruyu sorarken başka bir yeri mi kastetmişti. Aklımdan türlü senaryo, türlü fikir geçerken kapının kolunun aşağı doğru inmesiyle bu düşüncelerim bölündü ve yerini sadece dövüş senaryolarına bıraktı.

Kapının yavaşça aralanmasıyla içeri girenin o cılız muhafız olduğunu anladım. Kapıyı tamamen açtığında kapı hemen hemen burnuma değecekti. Dışarıdan içeri bir adım attığın da arkasında durduğum kapıyı ayağımla sertçe tekmeleyerek muhafıza çarpmasını sağladım. Zaten kendine bile hayrı olmayan muhafız kapının ona çarpmasıyla yere savruldu.

Ben kapının arkasından hızlıca çıkarken bana gözlerini kocaman açmış bakıyordu. Ben de ona bakarak küçümseyici bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. İçeride ki gürültüyü duymuş olmalı ki diğer muhafız da içeriye hızla daldı. Bana öfkeli gözlerle bakarak korkutacağını zannediyordu. Tabii cüssesine aklından çok güveniyordu. Ama maalesef aklı cüssesiyle ters orantılıydı. Yanıma elinde hiçbir dövüş aleti olmadan giriş yapmıştı. Galiba onu patatese çevirmemi istiyordu hay hay.

"Zor kullanmak zorunda bırakmayın bizi" dediğinde kendimi histerik bir şekilde gülmekten alamadım. Zor kullanmak zorunda bırakmayacakmışım.

"Yoksa?" dedim sorar bir şekilde.

"Yoksa size zarar vermek zorunda kalırız" dediğinde yüzümde ki histerik gülümseme yerini çatılmış kaşlara ve ciddiyet dolu bir asık surata bıraktı.

"O halde davran. Bu hayatta hiçbir şey kolay değil. Hele ben asla" dedim ayaklarımı uygun pozisyona getirip olduğum yer de iyice gerilerek.

Muhafız bana doğru hızla yürüdüğünde olduğum yerden sıçrayarak kenara çekildim. Bu şekilde hareketini boşa çıkardım. Olduğum yerden geri çekilerek hızlıca muhafızın karşısında ki duvara koştum. Duvarda yürüyerek arka takla attım ve hazırladığım tekmeyi muhafızın burnuna geçirdim. Acıyla feryat eden muhafıza bir tane de yumruk atacaktım ki sesleri duyan birliğin kalanı buraya doğru geliyorlardı.

Emin olmak için bir süre sesleri dinlediğim de kendimden emin bir şekilde odadan hızlıca dışarı doğru fırladım. Saray çok büyüktü ve ben daha önce sarayın bu kısmını görmemiştim. Yalnızca zindanların olduğu yeri biliyordum ve orası hiç de gitmek için meraklı olduğum bir yer değildi.

"Varisim durun!" arkamdan gelen muhafızlar odadan çıktığımı görmüşlerdi ve dakikalardır bir sağ bir sol yaparak sarayın ıssız ve loş koridorlarında koşuyordum. Karşılarında durup dövüşmeye çalışmaya cesaretim vardı fakat eğer böyle bir aptallık yaparsam beni yakalayıp zindana yaka paça atmaları işten bile değildi. Sayıları oldukça fazlaydı. Belki aralarında bir kaçını fena hırpalardım ama tek başıma o kadar muhafız ile baş edemezdim. Sonuçta cesaretin fazlası da aptallıktır.

Eğer Kıan biraz olsun iyiliğimi istiyor olsaydı kıçını düşünüp beni bu devlerle yalnız bırakmak yerine benimle savaşırdı. Ama ne yazık ki sözler her zaman faaliyete giremiyor. Ondan beklemediğim bir şey değildi zira artık ona karşı içim de tek bir güven kırıntısı dahi yoktu.

Bir süre daha koştuğum da az da olsa onları arkam da bırakarak görüş mesafelerinden çıkmıştım. Ama bir saniye bile durursam beni bulmaları elleri ile koymuş gibi olurdu. Karşım da devasa uzunlukta ve kalınlıkta ki sütunlara çarptı gözüm. Orada saklanabileceğimi düşünemezlerdi. Nasıl olsa sarayı bilmediğimi ve kaçmaya devam ettiğimi düşüneceklerini düşünüyordum. Umarım da böyle olur. Aksi takdir de son nefesime kadar bir daha o kadın ile yüz yüze gelmemek için son nefesime kadar savaşacaktım.

Gözüme kestirdiğim ve diğerlerinden daha geniş olan sütunun arkasına geçtim. Göğsüm hızlıca aldığım nefes ile bir iniyor bir kalkıyordu. Devasa bir şekilde de kabarıyordu. Kafamı sütuna yaslayarak içimden küfrettim. Nasıl olur da kendimi bu duruma düşürebilmiştim anlayamıyordum. Çok geçmeden benim peşimde olan muhafızlar tam da tahmin ettiğim gibi gidebileceğimi düşündükleri yönden yani daha karanlık ve daha çok odası olan koridordan devam ettiler. Bu koridor sütunların tam da ters yönündeydi. Geçip gittiklerini gördüğümde içimin az da olsa rahatlığını hissettim. Bu rahatlama ile bu sefer derin bir nefes aldım ve verdim.

Ellerimi yüzüme koyarak sırtımı sütuna verip yere çöktüm. Bu kadar şeyi yaşayıp delirmemiş olmam bana verilen bir lütuftu. Ellerimi yüzümden ayırdığımda karşımda devasa bir kapı vardı. O an ki telaşla buraya saklandığım için fark etmemiş olmalıydım. Kapının kenarları yeşildi ve ortaya kalan kısmı ise kahverengi ve mavinin tonları ile bezenmişti. En azından mumların loş ışığında benim gördüğüm buydu.

Kapı sanki yüzyıllar öncesini andıran antika bir görünüme sahipti. Sanki gizli olan ve girilmemesi gereken bir yermiş gibi. Burayı ilk girdiğim de benim bile görmemem muhafızların burada saklanabileceğim fikrini tamamen ortadan kaldırıyordu. Kapının kulpunun yakınına doğru krallığın sembolü vardı.

Ağır ve temkinli adımlarla gözlerimi kapıyı incelemekten almadan kapıya doğru ilerledim. Kapının tam da dibine geldiğim de kapının üzerinde ki engebe oluşturan şekillerde ellerimi gezdirdim. Kapının üstünde ki şekiller pürüzlü bir engebeden ziyade, cilalanmış pürüzsüz engebeler gibi hissettiriyor. Kapının kulpunu kavradığım da derin bir iç çektim ve aşağı doğru ittirdim.

Aralanan kapının açılan kısmından sarı, altın sarısı bir renk süzülmeye başladı.

Kapıyı elimle biraz daha iterek daha çok aralanmasını sağladım. Her santim de daha çok ışık yayılıyordu dışarıya. Kimsenin dikkatini çekmemek için araladığım kapıyı sonu kadar açıp içeriye attım kendimi hızlıca.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now