23.BÖLÜM: YABANCININ SARAYI

41 5 10
                                    

Artık umdum kalmamıştı. Gözlerimi açmaya cesaret bile edemiyordum. Duyduğum en son şey kılıçların birbirine olan savaş sesiydi. Ölürken çaba göstermiş olmam rahat olmama sebep oluyordu. Nefes alamadığım andan beri ayaklarımı hissedemiyordum. Gözlerimi açıp kendimi başka diyarda görmekten ölesiye korkuyordum.

Boğazımı sertçe kavrayan nasırlı ellerin gevşemesiyle öldüğümü düşünmüştüm. Eller boğazımdan tamamen ayrıldığında yere ani bir şekilde çakıldım. Yaşadığım şokla gözlerimi açtığımda hala hayatta olduğumu fark ederek göz yaşlarıma hakim olamadım.

Az önce boğazımın kavranmış olan kısmına elimi götürerek ovdum. Öksürüyordum hem de boğazım yırtılırcasına. Ağzıma kan tadı gelene kadar öksürmüştüm. Midemin bulantısıyla kan tadını gidermek için tükürdüm.

Öksürmekten gözlerim dolmuştu ve bu bulanık görmeme sebep oluyordu. Sağ tarafa çevirdiğimde gözümü Aesira'nın bir muhafız ile dövüştüğünü ayırt edebiliyordum. Sol tarafımda ise Kıan vardı. Beni az önce öldürmeye çalışan muhafızla dövüşüyordu. Eğer şu an ayağa kalkabilecek gücü kendimde bulabilseydim beni öldürmeye çalışan adamın ciğerini kendi ellerimle sökerdim.

Kıan kalan son nefes ve gücünü bu muhafızın nefesini kesmek için harcıyordu.

Kıan muhafızın üstüne atlayarak yakalarından tuttuğu muhafıza kafasını geçirdiğinde muhafız geriye doğru birkaç adım attı. Kıan beline yerleştirmiş olduğu hançeri muhafızın boğazına dayayarak tek hamle de boynunu boydan boya yardı. Muhafızın boğazından akan kanlar savaş alanına dönüşmüş sarayın serin zeminiyle buluştu. Kıan muhafızın üzerinden arka takla atarak kurtulduğunda muhafız ağır bir çuval gibi yere çarptı.

Kıan yanıma koşarak geliyordu. Yanıma yetiştiğinde hançerini bir kenara iterek dakikalardır yığılmış olduğum yerden kollarımdan tutarak beni düzeltti. Boğazımda ki parmak izlerini görmüş olacak ki ellerini boynumda gezdiriyordu. Elleri vücuduma oranla buz gibiydi. İçimi ürpertmiş yutkunmamı zorlaştırmıştı. Boğazım düğümlenmişti.

"Alçak" dedi az önce yere devirdiği muhafıza nefret püsküren gözlerle bakarak. Başım artık bedenime çok ağır geliyordu ve eğilmeden duramıyordu. Kıan elini boynumdan ayırarak çenemin altına yerleştirdi ve gözlerimi gözlerinin hizasına getirdi. Gözleri bana acıyan bir şekilde bakıyordu.

"Bakma bana" dedim ağzımda ki kan tadını yutkunarak geçirmeye çalışırken. "Ben acınası bir durumda değilim" dedim nefes almayı bırakıp konuşurken. Öyle ki artık nefes almayı ve konuşmaya bir arada beceremiyordum. Acınası bir durumdaydım elbet. Kim olursa bana o gözlerle bakmaktan alıkoyamazdı kendini. Saçım dağılmış ve saçlarımda kan kurumuştu. Boğazım deli gibi kurumuş her yutkunmam da çok ağrıyordu.

"Acımıyorum Izel, sinirleniyorum" dedi kaşları hafifçe yukarı doğru kıvrılırken. Yalancıydı acıyordu bana aptal bile olsa bunu gözlerinden okuyabilirdi. "Kendime kızıyorum" dedi bana bakan gözlerini benden ayırıp yere dikerek. "Sana dokunmaya bile kıyamazken, o piç sana saldırdı" dediğinde sanki ağzından kaçırmaması gereken sözcükleri döküvermiş gibi bakıyordu. "Özür dilerim Izel" dediğinde bu sefer şaşıran taraf ben olmuştum. Ellerini yanağıma getirerek baş parmağı ile okşadı.

"Pişmansın demek" dedim bitkinlikle kendimi zorlayarak hafifçe gülümsedim. Bana dokunmaya kıyamıyordu da ne demekti?

"Izel sana bir şey itiraf etmek istiyorum" dedi birden elini yanağımdan çekerek. Eğer takatim kalsaydı onun çekmesini beklemeden ben çekerdim onun elini. Onaylar bir şekilde tek söz etmeden başımı salladım. "Ben seni..." dedi ve sustu. Derin bir nefes alarak konuşmaya devam edecekti ki daha lafını bitiremeden Aesira'nın koşar adımları duyuldu arkamızdan.

Aesira yanıma çöktüğünde tek kelime bile etmeden başımı göğsüne gömerek bana sarıldı. "Aptal ölüyordun" dedi göz yaşlarına hakim olamayarak. Haydut gibi geldiklerinde aynı şeyi ben de ona söylemiştim. İkimiz de birbirimiz için deli gibi endişeleniyorduk çünkü birbirimizden başka kimsemiz yoktu. İkimizin aileleri sıkıntılı kişiliklerdi ve birbirimizi en çok biz anlıyorduk.

Aesira bir taraftan Kıan bir taraftan beni kollarımdan kavrayarak ayağa kaldırdılar ve Kıan geçiş gücünü kullanarak bizi saraydan ayırdı. İçimden 'sonunda' demiştim. Çünkü bu zindandan kurtulmuştum. Geçiş yaparken sanki midem çekilmişti. Son defa geçiş yaptığımdan daha zor olmuştu bu. Bunda bitik olmamında bir etkisi vardı elbet.

Geçiş bittikten sonra daha önce hiç görmediğim bir yere gelmiştik. Karanlık kasvetli, kül ve ateş kokan bir yerdi.

"Neden buraya getirdin bizi Kıan?" dedi Aesira. Aesira da yeni öğrenmiş olmalıydı.

"Izel senin sarayında güvende değil Aesira. Artık yerini biliyorlar. Burada olması daha güvenli" dediğinde Aesira da hak verirmiş gibi kaşlarını kaldırıp başını olumlu anlamda salladı.

"Izel?" Aesira bana sorar gözlerle bakıyordu ama bana da Kıan'ın söyledikleri daha mantıklı geliyordu. Kafamı onaylayarak sallamakla yetindim. Başka bir şansım da yoktu. Kıan da artık onların düşmanıydı ve burada olduğumdan şüphelenecek olsalardı bile gelmeye çekinecekleri bir yerdi. Ama Aesira'nın sarayında olduğu öğrendiler ve oraya her zaman gelebilirlerdi. Sonuçta Aesira ile bir sorunları yoktu.

"Ben geleceğim Izel, şu an annem ve babam saray da beni bekliyorlar seni kaçırdığımdan şüphelenmelerini ist-" daha lafını bitirmeden kurumuş boğazımı yumuşatmak adına yutkunarak konuşmaya başladım.

"Nasıl rahat olursan" dedim ve kollarımı onun boynuna dolayarak gitmeden önce sarıldım. Birbirimizden ayrıldıktan sonra geçiş gücünü kullanarak saraydan saniyeler içerisinde ayrıldı.

Bir süre rastgele bir yere gözlerimi dikmişken dikkatimi dağıtan bir ses kulaklarımda doldu.

"Dinlenmen lazım" dedi boşta kalan kolumu da tutarak. Beni kendine çekti ve yürümeye devam ettik.

"Bakıyorum da pek bir ilgilisin" dedim işi dalgaya vurarak. Belki de bunu sadece bana acımasını istemediğim için yapıyorumdur. Şakayı bile zorla yapıyordum. Boğazım hala kupkuruydu.

"Kendimi sorumlu tutuyordum" dediğinde dudaklarım bir tarafa toplayıp gülümsedim. Maalesef o zaman da bu kadar düşünceli olamamıştı.

"Artık çok geç pişman olmak için" dediğimde yürüdüğümüz merdivende duraksadı. Birden durduğumuz da bir sorun olup olmadığını öğrenmek için gözlerimi yüzüne sabitledim. "Ne oldu?" dediğim de bir şey dememişti.

"Sana dokunmaya bile kıyamıyorum Izel" yine aynı cümle bir türlü ne anlama geldiğini anlayamıyordum. Neden dokunmaya kıyamıyordu ki? Dövüştüğümüz yerde de aynı kelimeler dökülmüştü dudaklarından ve ben hep bunu düşünüyordum. Ama o kadar yorgundum ki bunu sormak yerine hemen uzanıp yatmak istediğim için sadece gülümsemekle yetindim.

"Ama dokunamazsan bu merdivenleri çıkamam öyle değil mi?" dedim bir kolumu kaldırıp onun omzuna atarak. Tekrardan hareket ettiğimiz de kolumu tutmak için boşta olan kolunu belime doladı ve merdivenleri çıkardı.

Uzun koridorun merdivenlere bakan bir odasının önünde durmuştuk. Tahminim üzere kalacağım oda burasıydı. Yanılmamıştım Kıan kapının kolunu kavrayıp açtığında içeri girdik. Beni hemen yatağıma bıraktı ve konuşmaya başladı.

"Birazdan emrim üzerine buraya iki kadın gelecek ve seni yıkayacaklar" dedi kollarını belinde birleştirip gözlerini odada gezdirirken. Sanki odada eksik bir şey var mı diye bakıyordu.

"Oda gayet iyi" dedim gözlerinden ne düşündüğünü anlayarak. Artık onu anlayacak kadar tanıdığımı düşünüyordum.

"Öyle mi Prenses?" dediğinde istemsizce kaşlarımı çattım. Bir prenses değildim, varis olduğumu zannediyordum. Ama yine de bu şekilde hitap etmesinden rahatsız olmamıştım.

"Evet, sadece giymem için kıyafet getirilirse iyi olur" dedim kapıları açılmış boş kıyafet dolabına gözlerimi dikerek. "Rahat bir şeyler olursa sevinirim" diye ekledim ve samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim suratıma. Şu an duş almayı o kadar çok istiyordum ki bunun her şeyi yapabilirdim. 

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now