30.BÖLÜM: ORMANA DOĞRU

27 4 13
                                    

"Annen..." dedim ve yutkundum. "Yani Kraliçe Azura" ona sürekli unvanı ile seslenmesi sebebi ile ben de öyle söyleme ihtiyacı duydum. "Eminim çok güçlüydü." hem okuduğum kitapta hem de saraylar da duyduklarım ağzımı açık bırakmaya yetmişti. Onun bu denli ihtişamlı olması onun hakkında konuşulması için yeterliydi. Bu sarayda da asla unutulamazdı. Nereye dönüp baksam Kraliçe Azura'nın resimleri ile donatılmış duvarları görüyordum.

"Öyleydi. Benimle talim yaparken sürekli çok güçlü olmasından yakınır ve hep pes ederdim" bir yandan gülümserken diğer yandan yanağında süzülen gözyaşını elinin tersi ile silerek burnunu çekti. Yüzü gülse de kalbinin içerisinde ne fırtınalar koptuğunu çok iyi tahmin edebiliyordum. Belki onun canı acırken benim de canımın acıması ikimizin de hayatımızın bir kısmında annemizin olmamasıydı.

"Uğruna ağlayabileceğin, aklına iyi hatırlayabileceğin hatıralar bırakan bir annen olduğu için çok şanslısın" dedim şu an benim de bulunduğum durumu düşünmeden edemeyerek. "O da senin gibi bir varisi bu diyara bıraktığı için eminim kendisini çok şanslı hissediyordu" ben de gülümsemiştim istemsizce. Belki de benim annemin aşağılık bir kadın olması komiğime gitmişti. Her zaman kıskanmıştım annesi ile iyi geçinen kişileri ama bir yaştan sonra bunu aştım. Kıskançlık, kin ve intikama evrildi. Diyar defalarca kez beni farklı yollarla uyarsa da ben bir kere söz vermiştim kendime ve çocuk Izel'e. Sözümden nefesim kesilinceye soluğum son buluncaya ve kulaklarım sağır oluncaya kadar dönmeyecektim. Yemin ederim ki o kraliçenin de bir günü vardı ve sonu benim ellerimle olacaktı. Ama o gün bugün değildi. Ondan daha önemli işlerim vardı.

"Hazırsan atlarımızı daha fazla bekletmeyelim" dedi son gözyaşı yanaklarından süzülürken. Elinin tersi ile yanağını silerek bana buruk bir şekilde gülümsedi. Kollarımı her iki yana açıp boynuna atladım ve ne kadar gücüm varsa sardım onu. O da buna karşılık vererek avuçları içinde ki hançeri bıraktı. Hançerin zemin ile buluşmasında ki şarkı kulaklarımızı doldurmuştu. Kollarını belime yerleştirerek beni daha çok sardı. Burnunu omzuma yerleştirerek derin bir nefes aldı. Ben de boynunu örten saçlarını okşayarak rahatlamasına izin verdim. En sonunda birbirimizden ayrıldığımızda konuşmak için dudaklarını araladı.

"Teşekkür ederim" dediğinde ne için teşekkür ettiğini anlamayarak yüzümü buruşturdum. "Yanımda olduğun için" dedi. Gözlerinin beyaz kısmı kırmızı olmuştu ve ağlamamak için kendini zor tuttuğu çok belli oluyordu. Eminim ki şu an yutkunamıyordu da. Çünkü ne zaman ben de kendimi ağlamamak için zorlasam, boğazımda bir yumru olur ve yutkunamazdım.

"Her zaman yanındayım" elimi yanağına koyarak başparmağımla okşadım. Ardından hemen sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi elimi yanağından çektim ve hızlı adımlarla odayı terk ettim. Ona yanlış duygular hissetmek ve hissettirmek istemiyordum. Aşk ve sevgi bunlar kişiyi hedefinden alıkoyan en yegane duygulardır. Ve ben şu an asla aşk veya başka herhangi bir duygunun beni hedefimden uzaklaştırmasını istemiyordum. Olur da Kıan'a karşı bir şeyler hissedersem bile bunu ona söyelemezdim.

Bana karşı hissettiği duyguları bastırmaya çalışırken benim yaptığım en küçük hareket bile bunu zorlaştırabilir. O yüzden ona karşı oldukça dikkatli ve umut vermemeye çalışarak hareket etmeye çalışıyordum.

Dakikalardır saray kapısının önünde bizim için hazırlanan iki ata öylece bakıyordum. Kıan'ın gelmesini de bekliyordum bir yandan. O geldiğinde Dilek mağarasına doğru yola çıkacaktık. Bu yolda sadece ikimiz olacaktık çünkü yanımızda bir birlik alacak olursak dikkat çekerdik. Ve beni tutuklayıp annem dedikleri o kadına götürmek isteyen onca muhafız da beni ararken dikkat çekmemeye dikkat etmeliydik. Kim bilir beni yakalayıp getirecek olan muhafıza ne tür ödüller için söz vermişlerdi.

"Umarım çok bekletmemişimdir, Prenses" arkamdan gelen sesle gözlerimi atlardan çekip arkama döndüm. Oturduğum basamaklardan hiç kalkmadan başımı arkama çevirmiştim. Kıan gelmişti ve giydiği zırh ile daha cüsseli ve yenilmez görünüyordu.

"Hayır, belki birazcık" diye karşılık verdim. Oturduğum yere gelerek elini davetkar bir şekilde bana uzattı. Ben de buna karşılık vererek elimi eline teslim etmiştim. Parmaklarımı avucunun içinde kavrayarak kalkmam için bana yardım etti. Ardından hemen parmaklarımı elinden ayırmadan küçük bir öpücük kondurdu.

"Teşekkür ederim, Lordum" ayaklarımı biraz bükerek ben de kısa ve küçük bir reveransla karşılık verdim.

Atlarımız daha önce gördüğüm atlardan hem daha bakımlı hem de daha heybetli görünüyorlardı. Benim atım karı kıskandıran bir şekilde bembeyazdı. Kıan'ın atı her zaman gördüğüm atıydı ama bu sefer daha bakımlı görünüyordu. Siyah, geceyi andıran rengi ve upuzun yelesiyle ondan gözümü alamıyordum. Atım ile göz göze geldiğim ilk saniye de aramızda bir bağ oluştuğuna yemin edebilirdim. Onu korkutmamak için elimi yavaşça atımın üzerine koydum ve okşadım. Yumuşacık ve tertemiz bir tüy yapısına sahipti. Gözleri rengiyle tezat olacak şekilde simsiyahtı.

Atımın yanında bana atın sırtına çıkmam için yardım edecek bir muhafız vardı. Parmaklarımı muhafızın avucuna bıraktıktan sonra tek hamle ile kar beyazı atımın sırtına oturdum. Kıan da atına bindiğinde bana bakarak gülümsedi. Buna karşılık nedensizce ben de gülümsedim. Bir tür pozitif enerji ile dolup taşıyordum. Silahlarım zırhıma bağlanmıştı ama son dakika getirilen bir silah daha vardı. Ok ve yay. Bunun ne işe yarayacağını pek kavrayamasam da bunu sorgulamak istemedim ve öyle de yaptım.

Saraydan çıkalı yaklaşık bir saat olmuştu. Atlarımızla tempolu ve çok hızlı olmadan ilerliyorduk. Orman gözlerimizin önüne serilmeye başladığında mutlu bir tebessüm belirdi suratımda. Bu heyecan ile Kıan'ın da yüzüne baktım ve sanki ne demek istediğimi anlamış gibi bağırdı.

"Deh!" atın şaha kalkıp dört nala arkasında toz bulutu oluşturması bir oldu. Bu durum da elbette duramazdım atımın iplerini sıkıca tutarak ileri geri şekilde hızlıca çekmeye başladım. Atım komutumu anlamış olacak ki yavaş ve tempolu adımların yerini rüzgarla dans eden adımlar almıştı. Saçlarım rüzgara eşlik ediyor, rüzgar da şefkatle saçlarımı elleri varmış gibi okşuyordu.

Atlarımızın hızlı adımları eşliğinde Tanrı Ormanının girişine ulaşmıştık. Atlarımızdan iner inmez onları ormanın girişinde bulunan en yakın ağaca bağladık. Ben önce Kıan'a sonra da ormanın derinliklerine dikmiştim gözlerimi. Önceden Kıan'ın anlattıklarını da düşününce pek de masum bir yere benzemiyordu. Tüylerim ürpermişti.

Ormana adım attığım ilk andan itibaren şüpheci bir his bedenimi kavurmuştu. Tüylerim her saniye diken diken oluyordu. Ormanın içine attığım bir kaç adım sonrasında tenimi okşayan serin rüzgarı hissedebilmiştim. Ağaçların yaprakları öyle koyu bir yeşildi ki neredeyse siyah gibi görünüyorlardı. Ağaçların arasında bir gölge misali süzülen rüzgarların ağaçlarla olan şarkısı beni çok tedirgin ediyordu. Her bir adımımda kulaklarıma doluşan çıtırtı sesleri sürekli tetikte olmama sebep oluyordu.

"Korktun mu, Prenses?" Kıan'ın sesiyle dikkatli gözlerim irkilerek mavilerine döndü. Gülümsüyordu ama gülümsemesi bile öyle tedirgindi ki ilk defa bu şekilde farklı güldüğünü görüyordum. Anlaşılan bu 'Ruh Emiciler' efsanesinin gerçekliğinden ikimiz de şüpheliydik.

"Elbette hayır" tam bir yalancıyım. Ama en azından birimizin cesur olduğunu gösterip birbirimizden cesaret almamız gerekiyordu.

"Korkma, sana bir şey olmasına asla izin vermem" dedi. Bana olan duyguları yüzünden kendisine zarar vermesini istemiyordum. Eğer beni korumak pahasına ona bir şey olursa bu diyar da her saniye vicdan azabı çekerdim. Beni bu acıyla bırakmasına izin vermezdim.

"Kıan..." sesim titreyerek çıkmıştı. "Beni korumak için kendi canını hiçe sayarsan seni asla affetmem." dediğim de konuşmak için dudaklarını araladı. Ona müsaade etmeden konuşmaya devam ettim. "Yemin ederim ne bu diyar da ne de başka bir diyar da benim yüzümden sana bir şey olursa kendimi asla affetmem." gözlerinin içine uzunca baktıktan sonra tepki vermemesine karşı tekrar konuştum. "Anladın mı?" kafasını belli belirsiz aşağı yukarı şekilde sallayarak beni onayladı. Ama gözleri bunun bir yalandan başka bir şey olmadığını gözlerime haykırıyorlardı.

"Seni de affetmem" dedim elimle elini kavrayarak.

"Tamam, Prenses" dedi kasvetli havayı dağıtmak istercesine ve bütün bu tedirginliğe karşı kocaman gülümserken. Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı salladım ve tekrar yürümeye devam ettik.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now