9.BÖLÜM: SEBEPLER

28 18 1
                                    

               9.Bölüm: Sebepler
       'Kin intikamın kamçısıdır'








--------------------------<3--<3-------------------------








Zindan çok soğuktu ve soğuk olmasının yanında açtım da. Bana yemem için getirdikleri yemekleri zindanın soğuk zeminine dökerek yemeyi reddetmiştim. Onların yemeklerinden yemek istemiyordum, onların sularından içmek istemiyordum zira bütün bunların bana o annem dedikleri yüzsüz kraliçeden geldiğine adım kadar emindim. Bana yaşattığı o çaresizlik duygusu yetmezmiş gibi bir haftadır aç ve susuzdum. Evet ölmem gerekiyordu ama ne şans ki hayattayım. Konuşurken bile dilim damağıma yapışmaya başlamıştı susuzluktan.

"Belki bir şey yemek istersin doğa varisi" o tok sesi nerede duysam tanırdım. İlgisiz ve kibirli adamın tekiydi. "Ne istiyorsun Kıan?" bütün bıkkınlık ve yorgunluğumla onu başımdan yollamaya çalışıyordum. O ise bunu anlamış olacak ki yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Mızıkçı bir çocuk tipi vardı yüzünde yerleştirdiği.

"Ölmemeni" tek kelime. Çok açıklayıcı ve netti. Ama saçmaydı hayatta olup olmamam onu hiç mi hiç ilgilendirmezdi. Eğer umurunda olsaydım muhafızlar beni yaka paça zindana atarken müdahale ederdi. O tam bir satıcı asla arkadaş değil. Aesira'yı da o günden sonra bir daha görmemiştim. "Hadi al iç şu suyu" elini parmaklıkların arasından geçirip elinde ki bir miktar suyu bana uzattı. Derdi neydi bunun? 

Onunla aynı seviyeye gelebilmek için ayağa kalktım ve parmaklıklara doğru yürüdüm. Siz ne anlamaz kişilersiniz!" bu sefer suçlayıcı bir ton da konuşmuştum. "İstemiyorum suyunuzu, istemiyorum yemeğinizi" şiddetle bağırmamın ardından sesim soğuk zindanın duvarlarına çarparak kulaklarım da buluştu.

"Neden bu kadar fevri davranıyorsun, doğa varisi" dudaklarını birbirine bastırarak konuşmuştu. Varis olduğumu vurgulamak istercesine. "Neden mi? Beni çekip o boyutlar arası geçide sen soktun ve sonra yaka paça zindana atılmamı keyifle izledin" sinirlerim iyice gerilmişti artık bir haftadır neredeydi peki. Bugün mü geldim onun aklına. Ya da sadece dalga geçmek ve sinirimden beslenmek için buradaydı.

"Bana bir daha varis deme" gözlerimi kısmış yüzümü iyice ona yaklaştırmıştım. "Yoksa" dedim belimde sabitlediğim küçük ama bir boğaz yaracak kadar büyük olan cam parçasını çıkararak. "Ovvv ne numaralın varmış senin, prenses" yüzünde o muzip ve tiksinç gülümseme vardı yine. Bana hala bir unvanla çağrı yapıyordu. Benim bir adım yok muydu?

"Ben prenses de değilim, ben Izel'im" gözümü 'tamam mı' dercesine onun mavilerine diktim. O da tamam dercesine ellerini havaya kaldırıp teslim olmuş gibi yaptı. Onun yüzünü incelemeye dalmışken yaptığı çevik hareketle bileğimde ki sancıyı hissettim. Bileğimden tutup parmaklıklara sertçe çarpmıştı parmaklarımı. Elimden cam parçasının düşmesiyle artık tamamen savunmasızdım.

Yerde ki camı kaldırıp küçümser bir bakış attı yüzüme doğru. O her böyle yaptığında kendimi zavallı gibi hissediyordum. Parmaklıklara tekrardan yaklaşıp yumruk yaptığım elimden tuttu ve kendine doğru hızlıca çekti. Bununla birlikte ben de parmaklıklara yapıştım. Parmaklıkların dışında ki elime baktı ve yavaşça yumruğumu yumuşatmaya başladı. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordum ama yumruğum iyice yumuşamıştı.

Yumruğum tamamen açıldığında elini beline götürüp çıkardığı hançeri avucumun içine bıraktı ve avucumu kapatarak parmaklarımı birbirine bastırdı. "Bu daha güvenli ve korunaklı" sesi çok yumuşak ve her zaman ki küçümseyici tavrının tam tersine yardım etmek ister gibi gelmişti. Bunun üzerine ağzımı açıp tek kelime etmeden elimi yavaşça zindana geri soktum. O da arkasına bakmadan beni tekrardan bu sessiz soğuğa bıraktı.

Kıan'nın bana hançeri vermesinin ardından saatler geçmişti. Ben ise hançeri alır almaz zindanın bir köşesine fırlatmıştım. Hançer ve ben saatlerdir birbirimize öylece bakıyorduk. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım ama oldukça ağır geçtiği kesindi. Zindanın en üst köşesinde ki pencereye doğru duvarda senelerin verdiği oyuklara ayağımı sokarak tırmanmıştım. Pencereden dışarıya sadece kafam çıkıyordu. Kafamı çıkardığım da ser bir rüzgar beni serseme çevirmişti.

Kafamı hemen soğuk zindana geri soktum. Kıan'nın bana verdiği hançere kaydı gözüm tekrardan. Hançere doğru yaklaşırken bir tuzak mı yoksa değil mi düşünmeden edemedim. Sonra aklıma gelen fikirle şeytanlık yapmaya karar verdim. Şeytanlık da sayılmazdı sonuçta ben burada zorla ve haksız yere tutuluyordum. Hançeri fırlattığım köşeden aldığım gibi parmaklıkların olduğu tarafa yaklaştım.

Hançeri kılıfından çıkardığım gibi kilide soktum. Kilit parmaklıkların dış tarafında olduğu için bileğim kıvırmak zorunda kaldım. Bileğimin acısıyla kısık bir sesle inledim. Kıan'nın camı elimden düşürmesi için bileğimi vurması aklıma geldi. "Geri zekalı!" sinirden burnumdan soluyordum. Ama buradan çıkınca ona ne yapacağımı çok iyi biliyordum.

Ne kadar zorlasam da kilide hiçbir şey yapamamıştım ve en son yaptığım hızlı hareketle birlikte hançer ayaklarımın dibine düşmüştü.  "Off lanet olsun! bu sefer avazım çıktığı kadar bağırmıştım. Ayaklarımın dibinde ki hançerin dışında başka bir şeye takılmıştı gözüm. Hançerden fırlayan anahtara. Hemen dizlerimin üzerine çöküp anahtarı ellerimin arasına aldım ve iyice incelemeye başladım.

"Bu o, evet bu o!" bu sefer sinirden çok zafer ve sevinç çığlıklarıydı bunlar. Parmaklıkların dışında ki kilide anahtarı sokmak için çöktüğüm dizlerimin üzerinden hızlıca doğruldum. Anahtarı avuçlarım arasında bastırarak bunun o anahtar olması için dua ettim. Eğer değilse o adamı yemin olsun ki öldürecektim.

"Hadi bakalım" nefes nefese kalmıştım yoğun beklenti ve heyecandan. Anahtarı kilide sokmamla beraber gelen ses yüzümde ki gülümsemeyi kulaklarıma kadar büyüttü. 'cıkıt' başarmıştım. "Evet işte bu!" sessiz bir çığlıkla kendimi kutladım ve parmaklık kapıyı yavaşça gıcırdamaması için ittirdim.

Artık ses çıkarmamak için parmaklarımın ucunda yürüdüm. Bu seviyeye kadar gelmişken, demir parmaklıkları daha yeni aşmışken yeniden yakalanamazdım. Tüm sessizliğimle zindanların en sonunda ki çıkışa geldiğim de nefesimi tutmuş çıkışta muhafız olup olmadığını düşünüyordum. Zindanın çıkışından ellerimi soğuk çelik kapıya yerleştirdim ve son bir nefes alarak sürgülü kapıyı sürgüledim. Muhafızların olmadığını fark ettiğim de derin bir 'oh' çektim.

Soğuk ve ıssız koridorda parmaklarımın üzerinde koşarken parmaklarımın ağrısını henüz fark etmiştim. Koridor da sessizce yol alırken arkamdan gelen o tanıdık sesle irkildim. Ellerimi avuçlarıma bastırarak 'kahretsin' dedim içimden. Arkamı yavaş yavaş dönerken yüzünün belirlemesi ile gözlerimi iğrenerek devirdim. "Hançerime ilgi gösterilmiş sanırım" yüzünde ki o muzip gülümsemesiyle kendini beğenmişliği yine üzerindeydi.

Yanına sessizce yaklaşıp burnumu burnuna değmeden hemen bir milim yakınına kadar yaklaştırdım. "Evet senden gelen her şey beni çok ilgilendiriyor" yüzünü hafifçe süzdüm bana bakan gözlerini es geçerek. "Teşekkür ederim" diye de ekledim sakin bir ses tonuyla. Bana yardım etmişti evet ama kesin bir karşılığı olacaktı bunun. Bu yüzden en azından şu an kibarlığıma ara verip şu kaçma işine devam etmem gerekiyordu.

Adımlarımı hızlandırarak yürümeye başladığım da hızlıca arkamdan koşarak bana yetişti. "Nereye gideceksin?" diye sorduğunda hızlanan adımlarımı yavaşlatarak olduğum yer de durdum. Açıkçası benim de nereye gidebileceğim ile ilgili bir fikrim yoktu. Bilmediğim bir diyar da nereye gidebilirdim ki?

"Hadi gel!" düşünceli suratımdan nereye gideceğimi bilmediğimi anlamış olacak ki kolumdan tutup beni itekleyerek koşmaya devam etti. "Nereye?" dedim kolumdan tutmuş son hız koşarak ona yetişmeye çalışırken. Bir süre sonra koşmayı bırakmış onun beni sürüklemesine izin vermiştim.

"Yetiştiğimiz de görürsün"

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Onde histórias criam vida. Descubra agora