20.BÖLÜM: SIRLARIN ÇIĞLIĞI

17 4 4
                                    

Odaya girdiğimde hiçbir şey göremiyordum. Gördüğüm tek şey kapıyı araladığım da ki ışığın tüm odayı donattığı. Işık o kadar yoğundu ki elimi gözüme sokmadan göremiyordum. Sanki o kadar sisliydi ki oda nefes almayı bile zorlaştırıyordu.

"Bu da neyin nesi?" dedim kendi kendime gözlerimi art arda defalarca kez kırpıp bir şeyler görme umuduyla.

Dakikalar sonrasında odada ki şiddetli ışık yerini gittikçe azalan loş bir ışığa bırakıyordu.

Saniyeler içerisinde normal görüşüm eski haline geliyordu. Tamamen görebildiğimde ise gördüğüm şey ile ağzım açık kalmıştı. Yer de çapı oldukça büyük gibi görünen çember bir platform duruyordu. Biraz daha yaklaştığım da aynı platformun tavana da sabitlenmiş olduğunu fark ettim. Az önce yayılan ve beni kör eden ışığın kaynağının da bu olması gerektiğini düşünmüştüm. Çünkü aynı renkte ki ışık bu iki platform arasında toz tanecikleri eşliğinde süzülüyordu.

Her ne kadar ellerimi uzatıp dokunmak istesem de buna bir türlü cesaret edemedim.

Altın renginde göz kamaştıran bu ışığa gözlerimi dikkatlice diktiğimde tam ortasında süzülen bu ışığın taşlı bir yüzükten çıktığını fark ettim. Çok klasik görünmesine rağmen öyle hoş görünüyordu ki benim olsun istemiştim. Ancak görüntüsünden çok ne işe yaradığı aklımı daha çok kurcalıyordu. Ortasından yayılan bu altın sarısı ışığın ne işe yaradığını düşünmeden edemiyordum?

Yüzük sanki onu almam için haykırıyordu. Sonunda cesaretimi toparlayıp elimi yoğun ışığa doğru sokabildim. Elimi sağa sola hareket ettirdim. Elimi yüzüğe yaklaştırdığım da ışığı daha çok artmıştı. Sonunda hızlı bir hareketle ışığın sönmesine sebep olacak bir şekilde yüzüğü avuçlarım arasına aldım.

Yüzüğü havaya kaldırarak gözlerimin hizasına getirdim ve daha dikkatli incelemeye başladım. Sonra yüzüğü istemsizce parmağıma geçirme hissi ele geçirdi beni. Bu yüzükte karşı koyulamaz bir şey vardı sanki. Almak istedim ve aldım. Şimdi takmak istiyordum ve buna karşı koymaya çalışsam da çok zordu.

Dakikalarca yüzük ile bakıştıktan sonra ona karşı gelemedim. Ve bu savaşın kazananı yüzük oldu. Yüzüğü yavaşça parmağımdan geçirerek yerine oturttum. Sanki sadece bana yapılmış, bana özel tasarlanmış gibi olmuştu. Elime yakışması da bunun cabasıydı. Parmağıma girmesiyle beraber saçtığı ışık en sonunda birden söndü.

"Bozdum mu yoksa?" dedim kaşlarımı çatıp endişeli bir şekilde parmağımda ki yüzüğe bakarak. "Yok ya bozmamışımdır" dedim hafifçe gülümseyerek. Kendimi avutmaya çalışıyordum ama galiba bir şey yapmıştım yüzüğe. Yoksa neden birden sönsün ki?

Ben düşünceler arasına dalarken yüzüğün tekrar deli gibi ışıldamasıyla bölündü zihnim. Bu sefer aydınlanması gözlerimi acıtmadan ama bütün odayı aydınlatacak biçimdeydi.

Oda tahmin ettiğimden daha antik ve eski şeyler barındırıyordu bünyesinde. Duvarlar da raflar vardı ama tozdan gri ve kahverengi renklerine bürünmüşlerdi. Bütün bunlara karşın sadece yüzük tertemizdi.

Senelerdir girilmediği çok belli oluyordu. Duvarın her iki tarafında rafların üstünde farklı farklı sandıklar vardı. Ve rafların en sonunda, odanın diğer köşesinde yer de duran büyük ve ihtişamlı bir sandık duruyordu. Kim olsa en çok onu merak ederdi.

Sandığın yanına diz çökerek açmadan önce üstünde ki tozu güçlüce üfleyerek uçurdum. Hapşırmama sebep olmuştu bu. Sandığın kapak kısmından kavrayarak iki elimle yukarı doğru kaldırdım kapağı. İçindekilerde dışı kadar tozlanmıştı kapağının kapalı olmasına rağmen.

İçinde türlü parşömen, türlü kalın ve pürüzlü kağıtlardan vardı. Aralarından en büyük olanını ve üzerinde yüzüğün resmi olanını elime aldım. Rulo olarak sarılmıştı ve bir ip parçası ile bağlanmıştı. İpin uzun bir şekilde sarkan tarafından çektim. Rulo olarak sarılmış kağıdı ellerimin arasına alarak açtım ve okumaya başladım.

Bu odaya girdiysen başın belada demektir. Yoksa buraya kimse girmeye cesaret edemezdi. Yüzüğü de bulmuşsundur büyük ihtimal Varis. Yüzüğün sırrı bu kağıt parçasında saklı. Yüzyıllar evvel senin krallığına bahşedilmiş bu yüzük seni bekliyordu. Sen yüzüğün sadece sahibi değil, mutlak gücün de sahibisin.

Izel, senelerdir seni bekleyen bu yüzüğe yüz çevirme yoksa kutsanmışlar tarafından cezalandırılırsın. Bu yüzük senin güçlerinin aynasıdır. Yüzük ile ne zaman birleşirsen o zaman güçlerinin doruklarında olursun. Ama bu hiç kolay olmayacak.

Unutma! Yüzük aynadır, güçlerin kurak bir topraktır. Yüzüğün su olduğunu ne zaman keşfedersen o zaman mutlak dilek yanındadır.

Parşömenden bir şey anlamak bir tarafa tek kelimesini bile anlamamıştım. Bildiğim tek şey yüzüğün sahibinin ben olduğu. Adımı parşömene yazdığına göre yüzyıllar evvelden beni bekliyordu bu yüzük. Ama yüzük ile ilgili sadece mutlak güçten bahsetmişti. Bunu bile açıklamamıştı. Altına da tekerleme tarzı bir kehanet bırakmıştı. Yüzüğün kehaneti neyi anlatıyordu bir türlü kavrayamıyordum.

Artık düşüncelerime son vermem gerektiğini düşünmüştüm. Ve yüzüğü almama dair tek bir pişmanlık hissetmiyordum çünkü zaten sahibini yüzyıllardır bekleyen bu yüzük benimmiş. Saray da haddimden fazla kaldım ve burası benim için bir saray değil her geçen saniye bir zindana dönüşüyordu.

Sonuçta mecburen kaldığım hiçbir yer de özgür değildim ve özgür değilsem eğer o yerin zindandan bir farkı kalmıyordu benim için. Muhafızlar en son bu odaya girebilirlerdi. Hatta belki hiç girmezlerdi çünkü benim gibi dikkatli birinin bile sonradan fark ettiği bu yeri bilseler dahi giremeyeceğimi düşünürlerdi. Ne var ki muhafızların güçlerinden başka bir şeye sahip olduklarını düşünmüyordum. Düşünme becerilerinin cüsseleri ile ters orantılı olduğunu her hareketleri kanıtlar nitelikteydi.

Kıan ise tam bir korkak olduğunu düşünüyorum çünkü çıktığı ilk saniyede koridordan bir toz gibi kayboldu. Yazık! Pişman olduğunu söylemesi demek ki samimi değilmiş. Ve bu davranışları ona karşı bir samimiyet hissetmemi engelliyordu. İnanacaksam bile artık inanamayacaktım. Yaptığı her hareket bir yanlıştı. Hep bir yalanı çıkıyordu ortaya ve bunun üzerini kapatmak için yeni bir yalan uyduruyor gibi geliyordu bana. Aksi takdirde birinin başının yalanlarla bu kadar dertte olmasını başka bir şey açıklayamaz.

Sarayda ki her saniyem bana boğucu gelmeye başlamıştı artık. Buna rağmen yine dışarı çıkıp başımı belaya sokmak istemiyordum. Gece'nin kendisini göstermesini bekleyecektim. Elbette beni aramayı bırakmayacaklardı ama yine de o saatte sarayın daha sakin olacağını düşünüyordum.

Ayın ışıkları odada ki pencereden gecenin selamını ulaştırdığında vaktin geldiğini anlamıştım. Saatlerdir çömelip sessizce oturduğum ve sırtımı yasladığım duvardan sırtımı ayırarak ayağa kalktım. Kapıya doğru yürüdüğüm de hala bir tereddüt içimi yiyordu. Çünkü bu lanet olası saraydan çıkmak için daha sonra böyle iyi bir fırsatım olabileceğini düşünmüyordum.

Kapının kolunu kavradığım da ses çıkarmaması için yavaşça aşağı ittirdim. Kapının yavaşça aralanmasıyla gözlerimi koridorda gezdirdim. Kimseyi görmeyince kapıyı biraz daha aralayarak çıkabileceği bir genişliğe getirdim. Kapıdan önce kafam sonra bütün vücudum çıkınca kapıyı ardımdan yavaşça kapattım.

Kapıyı kapattığım da daha önce saklandığım geniş sütunun ardına hızlı adımlarla ilerledim. Etrafı biraz daha kolaçan ettikten sonra sütunun arkasından çıkmaya karar verdim. Odaya döndüğüm de ona teşekkür etmek babında bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Daha sonra elimi kaldırarak yüzüğüme baktım.

Kapıya tekrar baktığım da yerinde değildi. Oda benim yüzüğüme baktığım saniyeler içerisinde kaybolmuştu.

Saklandığım sütunun arkasından duvarın dibinden ayrılamayarak tıpkı bir gölge gibi süzüldüm. Bu gece bitiyordu çıkıyordum sonunda bu hapishaneden.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now