34.BÖLÜM: GERÇEKLERİN SESİ

16 4 19
                                    

Saray kapısı geldiğimizi gören hizmetliler tarafından sonuna kadar açılmıştı. İçeriye girdiğimizde onlarca meraklı göz benim ve karnımdan akan kanımın rengine bürünmüş Kıan'ın elinde geziniyordu.

"Şifacıyı çağır!" hemen en yakınımızda ki hizmetli hızlıca şifacıyı çağırmak için ortak salonu arşınladı. Merdivenleri yavaşça geçerek odamın kapısının önüne yetiştik. Attığım her adım sanki birden fazla bıçağın karnıma saplanması kadar acı veriyordu bana. Her acı da yüzümü ekşitiyor ve Kıan bunu fark edince biraz daha yavaşlıyordu.

Kıan odamda ki yatağa beni bıraktığında karnımda ki gerilmeyle yaram daha çok genişledi. Bunu fark edince ayaklarımın ucunda ki yastığı alıp başımı kaldırarak başımın altına koydu.

"Böyle iyimi?" dediğinde yüzümde beliren gülümsemeye engel olamamıştım. Bu kadar ilgili olması bana komik gelmişti. Ardından karnıma saplanan acı ile yüzümde ki gülümseme yerini çatılmış kaşlara ve acıdan buruşmuş bir yüze bıraktı. Bu kadar acının sebebini öğrenmek için gözlerimi karnımda ki yarığa çevirdiğim de şifacı kadının çoktan pansumana başladığını fark ettim.

Pansuman bittikten sonra yeşil renkli bir kremi henüz yaramı daha dikmeden önce sürdü. Ardından karnımın uyuştuğunu hissedince o kremin yarayı uyuşturmaya yaradığını anlamıştım. Kokusu tıpkı ormanların tropikal bitkilerini andırıyordu.

Karnımı dikmek için getirdiği iğnenin dışında elinde bir de daha önce görmediğim incelikte bir hançer getirdi. Ardından odanın kapısından iki muhafızın getirdiği bir nesne vardı. Üstünde külleri olan ve henüz sönmemiş küllerinde kırmızı renkleri vardı. Kadının ne yapacağını az çok tahmin etsem de durumun bu kadar ciddi olacağını düşünmüyordum.

Kıan yanı başımda neler olacağını biliyormuş gibi şifacı kadının her hareketini dikkatlice izliyordu. Şifacı kadın elinde ki hançerin kabzasını dışarı da bırakarak kalanını küllerin üstüne bıraktı.

"Dağlamak zorunda mıyız?" Kıan beklemediğim an da konuşmuştu. Şifacı kadın başını aşağı yukarı salladığında Kıan umutsuzca gözlerini ona bakan bana çevirdi.

"Dağlayacağız" dedim kadın hançeri küllerin içinden çıkarırken. Hançer öyle kızarmıştı ki yaydığı ısı suratıma bir tokat gibi çarpmıştı. Kadın hançeri yaraya bastırmadan önce bana onaylamamı bekler gibi bakıyordu. "Hadi bitir artık şu işi" dediğim de kadın hemen yanında ki şifacıya bakarak beni işaret etti.

Şifacı kadın bana yaklaşırken ağzıma doğru yaklaştırdığı bir bez parçası vardı. Yaram dağlanırken dişlerime zarar vermemem için getirdiği bu bezi elimle ittirerek reddettim. Şifacı şaşkınlıkla bana bakarken Kıan konuşmaya başladı.

"Bu bezi ısırman gerekiyor, Prenses" endişesini anlıyordum ama ağzımda bir bez varken yapılacak işlemi ağzımda bir şey yokken yapmayı tercih ederim.

"Hayır! Bu şekilde yapacağım" dediğimde gözlerimi Kına'dan ayırarak kadına çevirdim. Başımı onaylar şekilde salladığım da kadın hançeri yavaşça karnıma yaklaştırıyordu. Her bir santim yaklaştığında nefes alışım hızlanırken ısı daha çok artıyordu.

Yaramın üstüne bastırılan ısı ile beraber dudaklarımı birbirine bastırarak ellerimi yumruk yapıp sıktım. Hançerin yaramla buluşmasıyla oluşan tıslamanın şarkısı kulaklarıma dolarken acıdan sızlayan başımın patlayacağını hissettim. Daha fazla dayanamayıp ağzımı açarak avazım çıktığı kadar odayı dolduran bir haykırış dudaklarımdan serbest kaldı. Sonrasını hatırlayamıyordum.

Kulaklarımı dolduran kapının çalma sesiyle göz kapaklarım birbirinden ayrıldı. Karnımda ki yaranın varlığını unutarak doğrulup ayağa kalkmaya çalıştığım da beni tekrar yatağa çivileyen bir sancı girdi karnıma.

"Buyurun!" kalkamadığım için yatağımdan seslenmekle yetindim Elbette ayağa kalkabilirdim ama az önce ki kadar dikkatsiz ve ani değil. Karnımda ki yaranın çıplak olması benim için daha rahat olmuştu. En azından beni rahatsız etmiyordu.

İçeri doğru kafasını uzattığında gelenin Kıan olduğunu anlamıştım. Karşılıklı sırıtmalardan sonra içeri girmesi için elimle işaret yaptım. Elinde bir kremle yanıma oturdu.

"Nasıl hissediyorsun?" dedi elinde ki kremin kapağını açarken. Doğrusu şu an pek bir acı hissetmiyordum ama hareket edersem bir sızlama oluşuyordu elbette.

"Daha iyiyim" gözlerimi kremden parmağıyla bir parça alan Kıan'dan ayırmayarak. Krem mor renkteydi ve kokusu nane gibiydi. Oturduğu yerden kalkıp yere çmelerek gözlerimin içine baktı.

"Şifacı kadın bu kremi sürmen gerektiğini söyledi" elinde ki kremi almak için elimi uzattığım da elimi tutarak konuşmaya başladı. "Ayrıca kendini yormaman gerektiğini de söyledi" benden izin bekleyen gözleri karşılıksız bırakmayarak başımla onayladım.

Yaramın üstünde ki pansumanı açarken oldukça yavaş ve dikkatli davranıyordu. Arada sırada canımın acıyıp acımadığını öğrenmek için yüzüme bakıyordu. Bu kadar ilgili olmasına alışık değildim ama hoşuma gittiği kesindi.

"Bu kadar nazik olacağını bilseydim, çoktan yaralanırdım" gülümseyerek bana karşılık verince ben de gülümsedim. "Teşekkür ederim" ciddi bir tavırla konuşurken bıyık altından sırıttığını fark ettim.

"Senin için her şeyi yaparım, biliyorsun, Prenses" dediğinde yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Bana iyi davranmasının sebebi bastırmaya çalıştığı duygularıydı. Ama ne yazık ki ona karşılık veremiyor olmam beni üzüyordu. Diğer yandan ona aşk adına bir şey hissetmiyor olmam benim suçum değildi. Ona arkadaşlıktan daha farklı bir şeyler hissediyordum ama adını bir türlü koyamıyordum. Yalnızca bu hissin aşk olmadığından emindim.

Onun yanımda olması beni mutlu hissettiriyordu ama bunu Aesira ile beraberken de yaşıyordum. Arada ki tek fark Aesira ile yalnızca bir dostluk iken Kıan da bunun fazlasını hissediyor olmamdı.

Vücuduma dokunan elleri öyle soğuk gelmişti ki bir anlık nefes alış verişim hızlanmıştı. Krem yaram hala taze olduğu için yanıyordu elbet bir de zaten dağlandığı için yanık durumdaydı. Acıyla yüzümü buruşturduğum da Kıan bunu fark ederek elini hızlıca çekti.

"Canın yanıyor mu?" başımı olumsuz anlamda sağa sola sallamıştım ama yalan söylüyordum. Elbette acıyordu karnıma tam bir hançer saplanmıştı ve acımama gibi bir ihtimal hiç de normal olmazdı. "Yüzük artık güvende" dediğinde elimi köprücük kemiğime götürmüştüm. Varlığını bile unutmuştum. Kıan'a da saraya gelirken olanları anlatmıştım.

"Evet, umarım" tereddütlüydüm çünkü bu diyarda her an her şey olabilirdi. Kıan da bunun farkındaydı ve yüzüme gülümseyerek bakmıştı.

Camdan ay ışığının süzülmesinden anlamıştım artık gece olduğunu. Uzun bir süre baygın kalmıştım. Kıan kremi sürmeyi bitirdiğinde pansumanı yenileyerek yarayı kapattı. Ayağa kalktığında yüzünde ki belirsizliği gözler önüne seriyordu.

"Bir sorun mu var?" dediğim de omuzlarını umarsızca silkti. Dudaklarını önce bükerek sonra aralayarak konuşmaya başladı.

"Bu gece Boriaon sarayında yeni imparator veya imparatoriçe için bir toplantı düzenlenecek" şu ana kadar bu diyarın böyle bir mertebeye sahip bir hükümdarı olduğunu bilmiyordum. Onun kim olduğundan da haberim yoktu. Ama yakında böyle bir şey olacağını zaten mağara da ki yaratık bana anlatmıştı. O yüzden pek şaşırmamıştım. Kıan derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti.

"Bu toplantıya Mira da gelecek" dediğinde şu ana kadar normal giden her şey bir an da beni gergin etmişti. Olduğum yerden yavaşça doğrularak oturur pozisyona geldim.

"Ee ne olmuş?" dediğimde Kıan dudaklarını diliyle ıslatarak devam etti.

"Buraya Mira'dan bir emir geldi. Bizi de çağırıyor" sonuçta gitmek zorunda değildi ve isterse gitmezdi. Bundan rahatsız olduğunu gördüğüm için düşüncelerimi kelimelere döktüm.

"Zorunda değilsin" dedim omuzlarım silkerek.

"Evet öyleyim" dediğinde anlamayarak kaşlarımı çattım. Neden zorunda olsundu ki?

"Çünkü İmparatoriçeden gelen emre itaatsizlik edemezsin" son sözleri beni bozguna uğratmıştı. Daha söylediklerini bile kavrayamamıştım ki Kıan tekrar konuştu. "Ve İmparatoriçe, Mira" anlamaya çalıştığımı daha açıkça söyleyerek beni bir kez daha şoka uğratmıştı.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now