15.BÖLÜM: VAHŞETİN PENÇESİ

16 7 1
                                    

Saatlerce ağlamamın ardından odama çıkmış ve dinlenmek için biraz gözlerimi kapatmıştım. Ama uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey odamın yüksek ve beyaz tavanıydı. Yatağımda doğrulmadan derin bir iç çektim. Dün yaşananları düşünmek bile başımı ağrıtmaya yetiyordu. Öylece tüm gün yatakta uzanmak hiçbir şey yapmak istemiyordum. Ama kendimi toparlayıp her şeye daha sağlam bir adım atmam gerekiyordu.

Dün yaşanılanların ardından artık kendi sarayımda kalıp o kadına her dakika her saniye acı çektirmek istiyordum. Hala öyle düşünsem de dün ki kadar acelem yoktu. Dakikalar birbiri ardına sıralanırken yataktan hızlıca doğruldum. Dün giydiğim kıyafetlerle uyumuştum. Kıyafetlerimi çıkararak aynanın karşısına geçtim ve kendimi seyretmeye başladım. Gözlerimi vücudumun her bir köşesinde gezdirirken gözlerim boynumun sol tarafına takıldı. Aynaya biraz daha yaklaştığım da boynum da bir pençe izi vardı. Köprücük kemiğimin üzerinde daha önce oluşan ize kaydı hemen gözlerim. O da artık yarım yamalak değildi. Yaya gerilmiş bir ok vardı ve bunlar beni iyice germeye başlamıştı.

Kendim bu dövme benzeri sembollerin neden olduğunu anlamaya çalışsam da anlayamıyordum. Bilen birine sormam gerekiyordu ama ben böyle birini tanımıyordum. Aklıma gelen fikir tereddüt etmeme sebep olsa da daha iyi bir fikir gelmiyordu aklıma. Pencereden sızan güneş ışıltıları dikkatimi dağıtmıştı. Pencereden kafamı çıkardığımda burnuma serin havayı çektim. Kış aylarında camı açarken yüzünüze vuran serin rüzgarı çekersiniz ve burnunuz donar ya şu an tam da onu yaşıyordum. Ve bunun beni o kadar çok mutlu edebileceğini asla tahmin etmezdim.

Kahvaltı zamanı geliyordu ve benim üstümde hala bir şeyler yoktu. Üstüme bir şeyler geçirdikten sonra sarmal merdivenlerden inerken salona yetiştim ve kapıyı muhafızların açmasını beklemeden iki elimle iterek açtım. Aesira oturmuş yanında ki hizmetliden bazı kağıtları mühürlüyordu. Geldiğimi görünce hizmetliyi yollamıştı.

"Nasılsın? Daha iyi misin?" dedi bana endişelendiği her halinden belli olurken.

"Açım, eğer yersem daha iyi olacağım" dedim karşısında ki sandalyeyi geri çekip otururken. Masada duran çatalı aldım ve sofrada olan sarı renkli bir bitkiye batırdım. Hiç beklemeden ağzıma attım sarı bitkiyi. Ağzımda bıraktığı tat muazzamdı. Sulu ama bir o kadar da tatlıydı.

Aesira da yemeğe başlamıştı ama aramızda bir gerginlik olduğunu sezebiliyordum. Ve bu gerginliğin kaynağı benim dünün aksine suskun olmam olduğunu da biliyorum.

"Aesira?" dedim sessizliği bozarak. Aesira da sanki konuşmamı bekliyormuş gibi hızla gözlerini bana kenetledi. "Sana bir şey soracağım, daha doğrusu göstereceğim" dedim sesim biraz tedirgin çıkarken. Aesira da benimle birlikte gerilmiş ağzımdan çıkan ve çıkacak her kelimeyi pür dikkat dinlemek için hazır bekliyordu. "Bu ne?" dedim boynumda ki saçımı geri atıp pençeyi andıran sembolü gösterirken. Aesira hızla ayağa kalkıp sandalyesini geriye itti. Ve hızla yanıma geldi

"Bu nasıl oldu?" dedi ellerini boynumda gezdirirken. Sesi dehşet içinde gibi çıkmıştı.

"Bilmiyorum, bilseydim sormazdım" dedim yarım yamalak gülümserken.

"Bu bir tılsım" dedi ellerini hızlıca boynumdan çekerken. "Bana eldiven getirin!" diye bağırdı Aesira salonda sesi yankılanırken.

"Ne oldu?" dedim ben de onunla beraber dehşete düşerken. Ama bir şey konuşmadan ona getirilen eldivenleri taktı.

"Biri tarafından" dediğinde gözlerimi önce kocaman açtım sonra anlamamış gibi kıstım. Dediklerinde hiçbir şey anlamamıştım. Ağzı sürekli oynuyordu ama dudaklarından süzülen kelimler sanki başka dildeydi. "Capella" dedi birinin ismini durmadan sayıklayarak.

"Neler oluyor?" dedim artık belirsizlikten ve meraktan sıkılmış bir biçimde boynumu ellerinden ayırarak. "Anlatsana artık" dedim kaşlarımı çatarak. Aesira olduğu yer de gözlerini kapatmışken sözlerim ile araladı gözlerini.

"Capella, Petril'in tanıdığım en yetenekli kahini ve büyücüsü" dediğinde sayıklayıp durduğu ismi zihnimde anlamlandırabilmiştim. "Seni ona götüreceğim" dedi kolumdan hızlıca kavrayıp ardında sürükleyerek. Neden bu kadar telaşlı olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Ben bile onun kadar tedirgin değildim.

Dakikalar içerisinde sarayın önünde bir muhafız birliği oluştu ve bizi beklemeye başladılar. Saraya ilk geldiğim gün ki atı hazırlamışlardı bana da. Sarayın girişinde ki birkaç basamaklık merdivenleri arşınlayarak atımın sırtına atladım bir çırpıda. Aesira da en az benim kadar hızlı ve çevik bir şekilde atına atladı.

"Deh!" Aesira'nın atına komutuyla tüm birlik ben de dahil istemsizce hareketlendim. Sesinde çok otoriter bir tını vardı. Sanki hükümdar olmak için gelmişti bu evrene. Ailesi hakkında onu öyle gördükçe hiç iyi düşünemiyordum. Beğenmedikleri kızlarına dönüp bir baksınlar.

Atın üzerinde yol alırken kasabalardan da geçiyorduk. Bütün halk Aesira'yı ve kraliyet armalı tacını gördüklerinde eğilerek reverans yapıyorlardı. Aesira da buna karşılık kocaman gülümsüyor hatta çocuklara dayanamayıp attan iniyor ve çocukları seviyordu. İndiği çocukların ailesine değerli mücevher ile maddi destek sağlıyordu. Aesira'yı çok sevmeleri için birden çok sebepleri vardı. Hatta bazı kesimler de 'geleceğin kraliçesi' diye seslenenler bile oluyordu.

Aesira atın halatlarını çekerek yıkık dökük çok eski ve kerpiçten yapılmış bir evin önünde durdu. Atından bir çırpı da indiğinde ben de onunla beraber atımdan inmiştim.

"Burası mı?" dedim kerpiçten evi işaret ederek. Aesira gözlerini evden ayırmadan başını olumlu bir biçimde salladı.

İkimizde eve geçmek için kapıyı çalmaya yeltendiğimizde kapı kendiliğinden açıldı. İçeri girdiğimizde bizimle beraber girmeye çalışan iki muhafızın yüzüne kapanmıştı kapı. Eski merdivenlerden ikinci kata çıkarken her adımımda merdivenlerden çatırtı sesleri geliyordu. Basamakların sonunda ki kapıyı açmadan içeriden yaşlı ve çatallaşmış bir ses geldi.

"Varis Aesira, hoş geldiniz" dedi yine kapıyı biz açmadan kapı kendiliğinden açılırken.

"Merhaba Capella" dedi yaşlı kadına doğru giderken.

Kadın sandığımdan daha yaşlı görünüyordu ki yüzünde hayatın yol çizdiği buruşukluklar vardı. Yüzünde ki buruşukluklar bunun cabasıydı. Kadının elleri yüzü ile aynı uyumu yakalamışken tek farkı ellerinde ki siyah beneklerdi. Kadının gözleri solgun bir yeşile bulanmıştı. Saçlarının beyaz ile kızıl karışımı olması da oldukça dikkatimi çekmişti. Dudakları neredeyse bir kağıt kadar ince ve dudaklarının etrafı da yüzünde ki buruşukluklara ayak uydurmuştu. Bütün bunlara rağmen çok bilgin ve tatlı birine benziyordu.

"Arkadaşın şu kaçak varis olmalı" dediğinde gözlerimi inanamamış gibi irileştirerek Aesira'ya baktım. Aesira da bana yandan bakarak ben demiştim der gibi gülümsedi.

"Merhaba, efendim. Ben sizin tabirinizle kaçak varis Izel" dedim kısa bir reveransla.

"Capella, sadece Capella" dedi eli ile havada defalarca kez daireler çizerek.

"Yine kime büyü yapmak istiyorsun ha, söyle bakalım" dediğinde Aesira bana bakarak hafifçe gülümsedi. Sanki bir yaramazlık yapmış çocuk edası vardı gözlerinde.

"Büyü değil, Capella. Izel'ın boynunda bir sembol var ve tılsıma benziyor." Dediğinde aklıma istemsiz bir soru takılmıştı. Aesira bütün bunları nereden biliyordu? Keşke sadece boynumda olsaydı aynı zamanda köprücük kemiğimde de vardı. Ama onu Aesira'ya göstermemek için beni alıkoyan bir şey olmuştu.

"Karşılığında ne vereceksin, tatlı varis?" dediğinde şaşırmadan alıkoyamadım kendimi. Aklımın ucundan bile geçmemişti bunu bir ücret karşılığında yaptığını. Kaldığı ev, eski püskü merdivenler falan, hiç de zengin bir hayatı varmış gibi görünmüyordu.

"Bunu" dedi Aesira bezden çantasından çıkardığı ışıltılı kırmızı taşı. "Bu senin evinden üç tane alır. Umarım artık yenilersin" dedi Aesira dalga geçer gibi. Haksızda sayılmazdı. Değeri büyük olan bu taş ile evini yenilemesi işten bile değildi. Ama kadın dudaklarını büzerek somurtmuştu. Galiba bu demek oluyor ki burada kalmaya devam edecekti. Belki de burasının onun için bizim tahmin edemeyeceğimiz kadar anısı, değeri vardır.

Varisin İntikamı (Prenorion 2)Where stories live. Discover now